5 Mart 2020 Perşembe

RUNATOLIA 2020 "ROTA YENİDEN OLUŞTURULUYOR"


"Yazı bittiğinde yayınlamak için bir kaç kez kendimi frenlemiştim. Maratona iki gün kala gece yarısı İdlib'ten gelen üzücü haberler üzerine birden bire değişen ruh halimle yazıyı yayınlamaktan vazgeçtim. "Rota yeniden oluşturuldu." Aşağıdaki önsöz ile açmıştım yazıyı ve rotamdan bahsetmiştim. Yolculuğumdan. Haliyle yarış koşuldu ve yazı kaldı. Şimdi yazıyı ilk hali ile yarış sonrasında yayınlama kararı aldım. Çünkü "Rota yeniden oluşturuldu"


“Sağlıklı bir öz güven ile sağlıksız bir kibri ayıran duvar çok incedir”

Haruki Murakami.

Koşmasaydım Yazamazdım.



Yarışların sonrasında yarış hakkında yazılmış raporları okumaya alışığızdır. Koşanların neler yaşadıklarını, yarışın atmosferini, koşular ile ilgili malzeme detaylarını, hatta organizasyonlar hakkındaki bilgileri rahatça bulabileceğimiz bu raporlar çoğunlukla daha az tecrübeli koşucular için yol gösterici niteliktedir. Ülkemizde henüz geniş bir rapor yazma kültürü yok. Yabancılarda ise bu durum bizdekinin biraz tersi.



İçeriğinden de anlaşılacağı gibi 2013 yılından bu yana ara ara girdiğim değişik özellikteki yarışlar sonrasında blogumda yazıyorum. Bu yolla kendim için yazılı bir hafıza oluşturmaya çalışırken bir yandan da deneyimlerimin bir adım geriden gelen koşuculara yol gösterici olabileceğini umut ediyorum.

Bu kez ilk defa farklı bir şey yapıp, yarış sonrasında değil, öncesinde adına pek de rapor denemeyecek bir yazı yazmaya karar verdim. Henüz yaşanmamış bir olay ya da hayal ürünü yazı gibi de algılanmamalı elbette. Öte yandan yazı için seçtiğim zamanlamanın Runatolia Maratonu öncesine denk gelmesi de çok tesadüf değil aslında. Daha önce koştuğum bir yarış olması, parkuru, organizasyonu açısından değişen pek fazla bir şeylerin olmaması elbette bu yönde bir karar almamda önemli rol oynadı ama, bir koşucu için sadece yarış sonrasında değil, öncesinde de konu edilebilecek çok şey var. Onlarca gün süren antrenmanlar, yaşanan heyecan, zihinsel süreçler ve tabi sakatlıklar bu yazıyı yazdıran ana itici güçlerden bazıları.



Peki, eğer yarış hakkında bir şey okumayacaksak neden bahsedeceksin diye düşünebilirsiniz. İşte tam da burada aslında pek çok kişinin de yaşamış olduğunu düşündüğüm şeylerden, yani iç seslerimizden ve buna neden olan süreçlerden size bahsetmek istiyorum. Yarışa hazırlık evresinde yaşadığım sakatlık ve oluşturduğu hisler ile bir çoklarımızın hissettiği duygu geçişlerine değinebilmeyi istemek bu yazının kaleme alınmasında belki de en büyük nedendir. 



Öyleyse müziğin sesini biraz kısın ve sayfaya doğru kulağınızı hafifçe kabartın, zira sesler oldukça derinden gelmekte. Duymakta zorlanabilirsiniz.


10. hafta. 

Saat sabahın altısı, gün ağarmadan az önce...
Saat sabahın altısını on dakika kadar geçmekte. Telefonun alarmı bir pazartesi sabahı azdan çoğa artan bir şekilde kuş ve doğa sesleri şeklinde çalmakta. Gece geç yatabilmiş olmanın ya da bir önceki gün uzun antrenmanının verdiği sabah mahmurluğunda alarmı kurup kurmadığımı bile hatırlamadan refleks olarak şekerleme moduna alıyorum. Gözlerim isyanda. Beynim ise halen uyuyor. Uyanmak istemeyen bedenim uyuyan beynimin emri ile kalkması gereken güne sırtını döner gibi kıvrak bir hareketle telefona sırtımı dönüyor. On dakika sonra yeniden çalan alarmla hala daha doğmamış güne, uyanmamış bir beyinle kalkıyorum. Önce bir ayağım sarkıyor yataktan aşağı. Sonra diğeriyle birlikte bedenimi doğrultuyorum. Oturuyorum yatağın kenarında. Yatak, çarşaf, yastık ve ben sanki et ve tırnak olmuşuz, sökülmek istemiyoruz birbirimizden birazdan içine dalacağım alacakaranlığa doğru.

Yere değen sağ ayağım ile birlikte bacağımın ön yüzünde ayakta durmamı zorlaştıran bir ağrı ile sendeliyorum.


8. hafta. 
10 K öncesi gergindi sabah...
O sabahın gecesinde geç kaldım hissiyle hızla yatağa girmiş ve "nasıl olsa saat çalmadan uyanıyorum, bu hep böyle oldu" diyerek spor çantamı hazırlamamıştım. Hani derler ya kader ağlarını işte o an ördü. Belki de gerçekten öyle oldu. Kelebek etkisi dedikleri şey bu olsa gerek. Daha o an, o saat aslında olacaklara yolculuk başlamış ve benim haberim yokmuş oysa ki.


John Fovles 'Aristos' adlı kitabında “Evreni yöneten rastlantısallıktır” der. Kimbilir, belki de doğrudur. Oysa benim oldukça düzenli bir hayatım vardır. Rastlantılara yer bırakmayacak kadar. Hafta içi sabah uyanma, duş, kahvaltı, servis, işe gidiş neredeyse hep aynı saatte. Artık neredeyse uzunca bir zamandır hafta sonları bile aynı. Uyanma, atıştırma, spora gitme-gelme, sonrasında şekerleme. Hep aynı. Bu yeknesak düzen insanı sıkıcı bir hayatı olduğu hissine kaptıracak kadar aynı çoğu kez. İyi tarafları da yok değil elbet, ama zamanla alıştığınız bu düzen içindeki minik bir düzensizlik bile sizin bütünlüğünüzde onarılması zor hasarlar meydana getirebilir. Bunu düşününce de inanmakta zorlansam da Fovles’a hak vermemek elde değil. Düzene bir süre sonra alışır ve yadırgamaz hale gelirsiniz. Sütünüzün bitmesi bile sorun olur sabah kahvaltısında. "Aman! Bu da dert mi?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet gerçekten dert değil. Genellikle başa az gelse de böyle bir duruma bazen hazırlıksız yakalandığınız olur. Yerine başka bir şeyi organize edivermek bir sıkıntı yaratır içinizde ve zaman sandığınızdan daha hızlı akar o an. Servise ya da sabah sporuna vakit az kalmıştır. Dolabı tekrar aç ve içine bak. Yerine ne geçer diye düşün. Belki de tercih etmediğiniz bir şeyi yemek zorunda kalıp, geri kalanında günün gazlı bir barsakla dolaşmayı göze alırsınız bazen.


Mutlu bir anın sonrasında...
Kahvaltı hızla bitmeli ki sabah sporu için geç kalmamalıyım. Uyanırım diye düşünmüştüm. Neden bu kadar uyuşuğum ki bu sabah. Galiba beynim bedenimin gireceği stresin farkında. Gece de belki bu nedenle yatakta dönüp durdu. Daha az uyursa daha yorgun kalkar ve belki de vazgeçer diye düşündü. Planladığım şeyden vazgeçirmek için beni. Bu haftanın hedefi belli. 10K’yı 42,5 dakikada, hatta altında koşmak. Maraton planının başından bu yana henüz dört hafta geçmiş. On altı haftalık planın ilk ayını yapamamış olmama rağmen iyi bir sezon geçirmiş olmanın verdiği his ile bacaklarım ve bedenim adeta birlikte dans etmek için yarışıyorlar. Ama nedense bir şeyler bu pazar sabahı ters gidiyor. 
Yüzümü yıkar yıkamaz kahvaltı yapıyorum. Kısa bir koşu için fazla bir kahvaltıya da gerek yok zaten. Bir süredir sabahları tahin-pekmez deniyorum. Kıramplarıma da iyi geldiğini düşündüğüm için birazda. İki dilim ekmeğin üzerine sürdüğüm tahin pekmezi yiyorum. Arkadaşlarıma söz verdim koşu sonu onlara kahve ikram edeceğim. Makinaya suyu ve kahveyi koyuyorum. Bir dakika termos neredeydi? Kısa bir aramayla buluyorum. Kahve kokusunu alabiliyorum artık. Yataktan zor kalkan bedenimin ilk ödülü bu oluyor. Mutlu ediyor adeta. Ama zihnim arka planda zor bir koşu olacak işlemesini yapmaya devam ediyor. Kağıt bardak kalmamış galiba! Herkes için bardak mı götürsem diye düşünüyorum. Sabah sabah şangır şungur ses çıksın istemiyorum. Öyle ya bu evde yalnız yaşamıyorum. Sabahın körü benim uyanma saatim olabilir ama eşim muhtemel rüyasının en güzel yerinde. Eyvah! Kağıt bardak gerçekten kalmamış. Benzinlikten geçerken alırım diye düşünüyorum. Makinadaki su sonuna geldi. Kahvaltı da tamam. 
Hızla giyinmem, koşu sırasında ve sonrasında gerekli olacak malzemeleri çantama yerleştirmem lazım. Yıllardır öğrenemediğim tek şey giyinirken nedense çorapları hep en sona bıraktığım. İşe giderken bile aynı şeyi yapıyorum hep. Ne giyeceğim aslında belli iken çorapları önce giymeyi düşünsem her defasında pantolonun ütüsünü eğilirken bozmamış olurum. Ama neyse şimdi bunu düşünmenin sırası değil. Ütülü tayt diye bir kavram yok zaten. Evet evet yok. Rüzgarlığı da giymeliyim. Hava soğuk. Kat kat giyinince saati rüzgarlığın bile üstüne takıyorum bu aralar. Saat demişken sahi nerelerde o?
Kahve soğumadan termosa koymalı. Sanırım filtrede kalan su da bitmiştir. Evet tam zamanı. Çanta da bitti sayılır. Zaman daralıyor. Yoksa yolda hız yapmam gerekecek ki sabah sabah hiç istemediğim bir şey. Saat nerede? Yok. Etrafı arıyorum, tarıyorum yok. Bir bu eksikti. Bir gün önce koşu sonrası arabanın bagajına attığım aklıma geliyor. Sanırım orada kaldı. Neyse inince alırım. Ayakkabılar ne olmalı. Yenisi. Evet kesinlikle yenisi. Yeni aldıklarım. Tarihi ve kader anı. Belki de rastlantı? Derlenip toplanıp. Biraz palas pandıras çıkıyorum evden, içimdeki beni huzursuz eden bir şeyler eksik hissimle birlikte. Düzensizlikle barışık olmayan ruh halim alarm veriyor adeta.

Dışarıda hava -5 derece. En soğuk antrenman günü olacak belli. Arabanın camları buz tutmuş. Temizlemeli. Zaman daralıyor. Acaba antrenmana zamanında yetişebilecek miyim? Oldum olası bir yerlere geç kalmaktan hoşlanmıyorum. Kendimi zaman konusunda çok baskı altında hissediyorum. Geç gitmekten hoşlanmadığım gibi geç kalandan da hoşlanmıyorum. Ama zamanla hayat bunları biraz törpüleyebilmeyi de öğretiyor. Camların buğusu çözüldü harekete hazırım. Yavaş gitmeli Ankara'da bu havada yollar buz olur. Dikkatli olmalı. Saat 07:45. Buluşma 08:00'de. 10 kilometre yolum var ama bardak için yolda durmam gerekecek. Şu benzinlik iyi. Nasıl? Bardak yok. Rastlantı? Kağıt , plastik fark etmez bir şeyler bulmalıyım. İnsanlar eliyle mi içecek? Neyse bir sonrakine bakayım. Evet burada var. Sabah sabah durumu fırsata çeviren kasiyer belki de günün ilk kazığını bana atıyor. Eminim kendisiyle gurur duruyordur. Bir neyse de buna. Sabah aksilikleri biraz asap bozucu olmaya başladı. Aklımda bulamadığım saat var. Bir yandan da bu teknolojiye kendimi ne kadar emanet etmişim diye düşünüyorum. Hızımı hesaplamak, antrenmanın istenilen sürede ve zamanda yapılabildiğini planlamak için bu teknoloji daha kesin sınırlarla kendinizi ayarlamanıza ve planlarınıza uymanıza yardım ediyor ama acaba iç seslerimden de bir o kadar uzaklaştırıyor mu? Kahve içerken her seferinde derecesine bakıp bilmem kaç derecede içerim sıcak ya da soğuk bu derece altında üstünde içmem demek gibi değil mi bu da. Profesyonel olmadıkça bu cihazlara kendini bu kadar çok teslim etmek doğru mu? Eminim evet diyenleriniz çıkacaktır içiniz de ama, sanki bir yanım bir taraftan da buna artık bir mesafe koyma zamanı geldi der gibi. Bir neyse de buna. Az kaldı birazdan TRT yokuşundan ineceğim Eymir'e doğru. 

Ankara'da Eymir olmasaydı ne yapardım diye çok düşünmüşümdür. Hayat suda başladı ve sanki bunun ironisi, her hafta sonu istisnasız hayatın başladığı yerde yeniden can bulmaya koşar gibi koşmaya gidiyorum, gidiyoruz. Küçük  bir göl etrafında dönüp durmak ne kadar mutlu eder ki bir insanı. Biz Ankara'lıları ediyor. Denizimiz yok ama elimizdeki yapay da olsa gölün kıymetini bilmeye çalışıyoruz. En azından biz koşanlar. Her hafta tavaf eder gibi etrafında sayısız kereler dönmek, doğada dönenen her şey gibi beni de sonsuz mutlu ediyor. Ankyra SK'lı dostlarla buluştuk yine. Hazırlar. Birazdan başlayacak koşu. 

Runatolia planımız için birlikte koşacağız. Benim planımda bugün 10K var ve hızlı bir tempoda olacak. Ne kadar uğraşsam da buluşma zamanlamayı tutturamadım. Herkes gelmiş ben en geç kalanım bugün diğer günlerin aksine. Üstelik saatimi bulamadım. Bugün önemli bir gün. Eğer 10K için 04:15 pace'de çıkarırsam maratonu toplamda 03:15 saat altında bitirme konusunda kendime daha güveneceğim. Hava çok sert. Ayakkabılar yeni. Üst baş iyi. Ama bir hazır olamama hissi ve gerginliği var içimde. Fotolar alınıyor. Yüzler gülüyor. Sabah şakalaşmaları, merhabalaşmaları. 

Koşu başlıyor. İlk kilometreler ısınmadır. Gossip Pace başlanır. Mutlu yüzler ve hisler ile başlanır sonra herkes planına odaklanır. Bense halen bitmeyen bir hazırlık hissindeyim. Ayakkabı bağlarım çözülüyor. Son altı ayda ne zaman yaşadım bunu hatırlamıyorum bile. Rastlantı? Durup bağlıyorum. Geride kaldım. Yetişeyim gruba hissi. Saati düşünmez oldum artık ama bir türlü hızlanmaya cesaret edemiyorum. Gruptan kopamıyorum. Vücudum bir türlü ısınmadı. Ayakkabılar beni öne itiyor adeta ama ne kadar doğru seçimler emin değilim. 4K geçti. Soğuğun yüzümü yaladığını hissediyorum adeta. Gruptan ayrılmaya ve hedefimde gitmeye karar veriyorum. 3K, 4K kadar gittikten sonra yoruluyorum. Zor geliyor koşmak. Sorun yok. Ama istek de yok. Neden koşuyorum ki hissi ile boğuşuyorum. 2K daha. Sadece hedef pace de 6K kalabiliyorum. 500 metre daha gidip bitkin halde bırakıyorum koşuyu. Bitiren geliyor yanıma. Planlar konuşuluyor. Guatemala Grande eşliğinde.Tutturdun  mu hedefi diye sorular alıyorum. Hayır yanıtı üzüyor beni ama yapacak bir şey yok. Bu soğukta sanırım en iyi şey bu kahve oluyor. Sohbet tadına doyulmaz şekilde. Ayrılma zamanı ekipten. Bir rutini daha bitirdik. Eve dönüş, kahvaltı, şekerleme, günün geri kalanında yapılması gerekenler. Rastlantılara yer vermeyecek şekilde deviniyor. 

9. hafta.
Ağrı bana ne anlatır... 
Sabah yine alarm. Bu kez iş için çalıyor. Başlasın bir başka rutin ve düzen. Ama bir dakika bu kez bambaşka bir şey var. Uzun zamandır hissetmediğim bir şey. Sağ bacağımda bir ağrı. Üzerine basmakta zorlanıyorum. Bacağım hafif şiş. Tamam. O daha önceki benzer ağrılardan. Dün hızlı koştum ondandır. İnsanın aklına böyle durumlarda hep en son neler yaptığı gelir ve herkeste olur mu bilmem hafızanızın ne kadar zayıf olduğunu anlarsınız. Ne kadar benzer şeyleri yaşasanız da buna sebep olan şeyi öyle bir anda söyleyip sebebi ortaya koyamazsınız. Ben de sabah seromonisinin arasında bir yandan ne sebep oldu pratiği yapıp durdum. Aklıma ilk gelen antrenmanın zorluğu, havanın sertliği, yeterince ısınamamış olmam, ayakkabıların yeni olması geldi tabi ki. Ama bütün bunlardan başka bunları yönetememiş olmam nedeniyle bu acıyı yaşıyor olabilir miyim diye düşündüm bir an.  Bu ne anlama geliyor? Rastlantıların kaosu beni içine almış olabilir mi? Sizi bilmem ama böyle durumlarda genellikle başka birinin beni eleştirip şunu yapmasaydın iyi olurmuş demesinden daha ağır yüklenebiliyorum kendime. Onu yapmasaydım, şunu yapmasaydım beynimi kemiren kelimeler. Bu nedenle ne ağrıyı ne de bu duyguyu düşünmemeye çalışarak servise yetişmek için bütün rutinlerin ardından evden çıktım. Merdiven inmek azap idi ama, yine de "dur geçer" diyerek günü işteyken de bacağa buz koyarak geçirmeye çalıştım.

Ağrılar insanlarla konuşur. Bana da bir şey söylemeye çalışıyordu. ilk aklıma gelen koşuya ilk başladığım yıllarda sol bacağımda ki benzer ağrının kardeşi olabileceğini söylemesi oldu. Shin splits denen bir durum gelişmişti ve çok uzun süre hızlı koşmayı bırakın, zar zor yürüdüğüm zamanlar bile olmuştu. Neyse ki ağrılar siz onların ne demek istediğini anlarsanız sizi üzmeden geldikleri gibi ya da hafif ilgi ve sevgi ile geri gidebiliyorlar. Bu kez pek bunu yapmaya niyetim yok. Onunla anlaşıp barışmak yerine üzerine gitmeyi tercih ettim bu kez. Ağrının bir önceki gibi olmayabileceğini düşündüm ve hafta içindeki hız antrenmanlarını azaltmadan hafta sonu uzunu da dahil yaptım. 

İşte bu yazının mottosu olan "sağlıklı bir öz güven ile sağlıksız bir kibrin" insana neler yaşatabileceğini o hafta sonundan sonra ertesi sabah net bir şekilde anladım. Ağrı artmış ve koşmak ne kelime yürümekte bile zorlanır hale gelmiştim. İşe gitmekte zorlandım. Ayakta durmak çok acı veriyordu. Ciddi bir tedavi protokolü belirlemeli ve anlaşmayı kabul etmeliydim. Ancak iş nedeniyle İlaç sürmek ve ağızdan ağrı kesici almak dışında gün boyu uzanıp ödemi azaltmak için bir şey yapamıyordum. 
Bazen aldığınız kararlar yanlıştır. Yanlış olduğunu bilirsiniz. Yanlışta ısrar edersiniz. Bazen bilmez ve yanlış yolda gidersiniz. İlki pek affedilir bir şey değil, ikincisi ise mazur görülebilir. 
İşte tam bu noktada vereceği kararı neye göre alması gerektiği konusunda koşucular her zaman bir ikilem yaşarlar. İçinizde sizi durdurmaya çalışan ile savaşmaya çalışan iç güdülerinizin bir mücadelesidir aslında bu. Bunun üzerine biraz eğitim sosu da katmışsanız aslında işler biraz daha karışmış demektir karar vermek konusunda. Eğitim aklınıza güvenmenizi, hisleriniz ise iç güdelerinizle hareket etmenizi salık verir. Biraz ondan biraz bundan yapmak lazım belki ama her kişi bunun dozunu kendi deneyimlerine göre belirliyor. Kimi elli-elli beliriyor oranı, kimi hislerine güveniyor. Ben ağırlıkla aklıma güvenirim ve kararları ona göre almak isterim ama hislerimi de yabana atmam. Bu kez pek de sık yapmadığım şeyi yapıp yanlış olduğunu bildiğim yolda ısrar ettim. Saat takmakta neden ısrarcı olduğum ya da kendimi daha fazla metodolojiye emanet ettiğim ortada sanırım.
Ağrılarım olmasına rağmen bu haftanın planını değiştirmeden devam ettim. Hatta hafta sonu planın ikinci uzunu olan 33K'yı da planlanan pace'de koştum. Ne koşu sırasında ne de koşu sonrasında beni koşmaktan alıkoyacak bir şiddette ağrı hissetmedim. Taki ertesi gün sabah  kuş sesleri eşliğinde kendimi yataktan kazımaya kalkıncaya kadar.

10. hafta.
Bir maraton varmış, Bir maraton yokmuş.
Israrcı olmamın cezasını fazlaca çekiyordum ve anladığım kadarı ile daha çok da çekecektim. Geçen bir hafta da idare eder dediğim bacak gitmiş yerine ağrıdan yapılmış bir heykel gelmişti. O andan itibaren iç sesinizle ve kendiniz ile hesaplaşmalarınız başlıyor. O son kadehi içmeyecektim cinsinden. Hani kusup kurtulamıyorsunuz da. Kanınıza adeta tüm hücrelerinize girmiş bu ağrı o andan sonra önce bacağınızı sonra sizi ele geçirmeye başlıyor. Kontrolümüzün dışında olduğunu düşündüğümüz şeyler daha fazla endişelenmemizi sağlar. Bu biraz genele yakın bir durumdur. Ben de aynı duygularla mücadele ediyorum. Ama burada en fazla kaygıyı artık 03:15 altında bir süre koşamayacağım için yaşıyordum. Çünkü bu ağrı bana artık bu plana uyamazsın diyordu. Aksi halde seni sandığından daha kötü bir şekilde yolda bırakacağım. Boyun eğmekten başka yol görünmüyor. Uzlaşmam ve geriye neler kaldı bakıp savaştan en az kayıpla çıkmam lazım. Hemen ilave tedavi yöntemlerine başlıyorum. Saatler süren shin splits ve benzeri sakatlanmaların okumalarına bakıyorum. Hatta kendime knesio bantlar uyguluyorum. Masaj yağları ile masajlara başlıyorum. Bedenimi ruhumla barıştırmaya da kararlıyım. Beklenmedik değişikliklerin yarattığı, yaratacağı hüzün ile başa çıkmaya çalışıyorum. Bir çok kişiye verdiğim profesyonel öğütlerdekine yakın bir dizeyi içimden mantra gibi tekrarayıp duruyorum. "Sağlık olsun. Acı geçer anı kalır"

Sevgili arkadaşım, dostum Feride  Dorothy bu günlerde zor günler geçiriyor. Bir süredir önemli bir sağlık sorunu yaşıyor. Geçenlerde instadan yaptığı bir paylaşımda kızıyla hayatta başa gelebilecek beklenmedik durumlar için mottolarının "Kabullenmeyi ve o kabul üstüne yeni bir gerçek oluşturabilmek hayatı kolaylaştırabilen bir beceri, biz buna küçük kızımla Rota yeniden oluşturuldu diyoruz." şeklinde bir paylaşımda bulunmuştu. Hayatım boyunca gördüğüm en uyumlu, azimli ve duru insanlardan. Bu bilge yaklaşım ona çok yakışıyor ve asla eklektik durmuyor. Elbette herkesin kolayca yapabileceği bir şey değil ama en azından buna yaklaşabilmeyi bilmek ve becerebilmek için kendini geliştirmek gerek.

İlk defa bir koşu sırasındaki acı bana bir şeyler öğretiyordu. Artık eskisi gibi bazı şeyleri kolay yapamayabileceğimi, acının, sakatlığın daha uzun sürebileceğini, var etmeye çalıştığın maratonun bir anda elinden uçup gidebileceğini. İç seslerinle çok uğraşmak zorunda kalabileceğini, sebep ne olursa olsun bütün bunları yönetmek zorunda olanın yine ben olduğumu. Profesyonel olmadığımı ve her şeye rağmen rotayı yeniden oluşturmayı bilmem gerektiğini ve bu beceriyi de en kısa zamanda geliştirmem gerektiğini.

Bu haftadan sonra antrenman süre, sıklık ve yoğunluğunda ciddi seviyelerde değişiklik yaptım. Koşuları azaltıp eliptiklere ve evde ya da işte bisiklet üzerinde ağırlıkla zaman geçirmeye çalıştım. Kabaca dört hafta akut ağrıların geçmesi için zaman tanıdım. Sonuca göre gerekirse maraton koşmama konusunda kendime söz verdim. Plana tedaviler de dahil eksiksiz uydum. Sadece hafta sonları uzunlarından ödün vermedim ama yarış planının pacelerinde asla yapmadım. Sadece geçen zaman ve süreye odaklanarak psikolojik olarak da uzunları yapıyorum hissine tutunmaya çalıştım. İki hafta içinde yeni rotanın işe yaradığını gördüm. Zamanla ağrılar azaldı. Ödem azaldı. Gün içinde hissettiğim acılar ve gerginlik hissi azaldı. Ama bütün bunlara rağmen iyiye gidiyorum diyerek yeniden hızlanmadım ve volümleri arttırmadım.

16. hafta.
Finalde hep iyiler kazanır.
Her geçen hafta durum daha iyiye gitti. Maratonu istediğim pace de ve sürede koşamayacağımı bugün daha net biliyorum ama bunu artık gerçekten önemsemiyorum. Hatta bunu o kadar önemsemiyorum ki bu defa ilk kez saat takmadan süreye odaklanmadan koşmayı deneyeceğim. Saate olan bağlılığımın benim için bilim ve güvende olma hissine daha çok inanmak anlamına gelmesine rağmen bunu deneyeceğim. Sadece resmi split noktalarında geçiş sürelerimi bilecek ve enerji, sağlık durumuma göre koşunun seyrini sağlayacağım. Rotadan ne kadar saparsam sapayım yanlış yola gittiğimi düşünmüyorum ve bu rotaya hislerimi de dikkate alarak güveniyorum ilk kez. İlk kez acının bana öğrettiklerinden memnunum.

Artık bedenimin sınırları ile daha makul ölçülerde zorlamanın önemini ve bunu daha iyi yönetebileceğimi düşünüyorum. Ne aklıma çok güvenmenin ne de hislerimi yok saymanın doğru olduğu görüyorum. Bütün bu koşma mevzunun ana çıkış hikayesi sağlık olsa bile ip üstünde trapezci dengesinde koşular konusunda dikkatli olunması gerektiğini duyumsuyorum. Asfalt koşularının hız kazanmak için iyi ama bir o kadar da bedenime iyi gelmediğini fark ediyorum. Doğada daha fazla kalıp geri kalan hayatı da, doğada geçirmenin daha önemli ve anlamlı olacağını düşünüyorum. Bundan sonra bilmem kaç kere daha canım yansa da rotayı yeniden oluşturup  sosyalleştiğim  Ankyra'dan pek de ayrı kalamayacağımı biliyorum. Bazen anı biriktirmek için bedeller ödemek gerekse de kalıcılıklarına diyecek yok. Bu nedenle bunda da vardır bir hayır diyorum.


Koşuya tam iki gün kaldı. Bu pazar eskilerin tabiri ile "Dananın kuyruğu kopacak." Bütün yaşananları ile bir on iki hafta geçti. On altı haftalık programın dördüncü haftasından başlayan bir planı daha bitirdim. Bu kez sonrasında değil öncesinde paylaştım hislerimi. Benzer şeyler hissedilebileceğini, bazı şeylerin size saçma, bazılarının abartılı geldiğini düşünebilirsiniz. Bu bir yolculuk. Ve benim gözüme, aklıma takılanlar böyle idi bu kez. 
Dilerim Kendi adıma raporlamada yaptığım değişiklik gibi koşu da da yapmayı düşündüğüm koşma deneyimi de başarılı olur. Kabaca 3 saat 30 dakika ve +15 dakika yanılmayla 3 saat 45 dakika civarında bir koşu yapabilmeyi hedefliyorum. Eğer her şey yolunda giderse kısa bir rapor ile onu da belki paylaşabilirim.

Öncelikle sevgili Ankyra'lı doslarıma sonra kendi koşuları için emek vermiş tüm koşan, koşuyu seven herkese başarılar ve bol keyifler diliyorum.
Keyifli bir 2020 Runatolia'ya diliyorum.