9 Nisan 2019 Salı

ALANYA ULTRA MARATONU (TAURUS 48K)



Dağlar
Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.

Şehirler bana bir tuzak;
İnsan sohbetleri yasak;
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.

Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.

Yarimi ellere verin;
Sevdamı yellere verin;
Yelleri bana gönderin;
Benim meskenim dağlardır.

Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa:
Benim meskenim dağlardır.


Sabahattin Ali.

Başlarken...
Nedense koşmaya başladığım ilk günden bu yana çocukken evimizin hemen yanında bulunan ufacık bir bayırı koşa koşa inip çıkan hallerim gözümün önünden hiç gitmez. Kendimi dağlarda yada yollarda koşarken o zamanlardaki hallerime benzer dertsiz, tasasız bir çocuk gibi hisseder ve bulurum. Daha ultramaratonlara başlamışken Kaz Dağları'na çıktığım, yöreyi gördüğüm günden bu yana aklımda hep bir gün o dağlarda koşmak vardı. Hatta bölgede tatil bile yapıp bisiklet ile  epey bir kısmını gezdim diyebilirim. Sabahattin Ali yukarıdaki şiiri yazdığında hangi ruh halindeydi ise sanırım ben de bir süredir başladığım bu ultramaratonları koşarken aynı ruh halindeyim. O neden dağları mesken belledi bilemem ama ben de bir süredir İDA'nın çağrısından sonra Alanya dağlarında da bana göz kırptığını düşünüyor ve bu dağlarda koşmayı istiyordum. Bu nedenle Alanya Ultra'nın 48K'lık etabını koştum.
Sabahattin Ali'nin bir dönem yaşadığı Edremit'in namı diğer Kaz Dağları'ndaki İDA Ultra Maraton koşusunu dilerseniz buradan okuyabilirsiniz. Yarışın sadece etaplarını merak edenler Yarış kısmından devam edebilirler.


Hava alanında uçak beklerkene, iki uyuşmuş kertenkele. :)
Alanya yolculuğu keyifli başladı. Gidiş yolculuğunun araçla uzun sürme ihtimali, her şey bittikten sonra geri dönüşte araba kullanma eziyetine katlanmamak için Alanya'ya uçak ile gitmeyi tercih ettik. Gazipaşa hava alanına inecek ve oradan da Alanya'ya servis ile gidecektik. Aynen de öyle oldu. Uçuş kısmı sorunsuz geçti tek zorluğu gece geç bir saatte Alanya'ya inmekti. Servisi bulmamız ise kolay oldu zira Gazipaşa hava limanını cep kadar bir yer. İlk şoku bize servis şoförü yaşattı. gideceğimiz otelin sokağına giremeyeceğini bir km geride bırakacağını söyledi. Gece gece şaka gibi. Servisi organizasyon sitesinden ücret yatırarak kiralamıştık ve kim kimle nasıl anlaştı bilmediğimiz için sadece biz gideceğimiz yere odaklanmıştık. Neyse ki servis sorumlusunun telefonu vardı ve gece yarısı aramak zorunda kaldık ve durumu anlatıp sorunu çözmesini söyledik. Sorun iki dakikada halledildi ama buraya organizasyon için not düşmekte fayda var. Belki başka kişiler de ya da duruma hakim olamayan yabancı konuklar, sporcular da bu tür sorunlar yaşamış olabilir. Bu nedenle servis sorumluları ile önümüzdeki yılın organizasyonu için konuyu konuşmalarında fayda var.
İkinci şoku otele vardığımızda yaşadık. Yanlış bir rezerv yaptıklarını, pahalı bir odayı istemeden ucuza verdiklerini, dilersek az bir fark ile deniz manzaralı bir oda verebileceklerini söylediler. Otel Sea Port'da konakladık. Başta bozulduk ama hem gece olmasından hem de teklif edilen odanın kalitesinden kabul ettik. Bu sorun da her iki tarafın anlayışı ile halledildi. Geç kayıt yaptırdığım için organizasyonun önerdiği otellerde yer bulamadım. Bu nedenle eğer yarışa katılmak isteniyorsa otel kısmında da hızlı davranmakta fayda var. 


Kertenkele rüya aleminde .
Ah! keşke birinci olsam. :)
Sabah güneşli bir güne uyandık. Ankara'nın sıkıcı ve boğucu havasından sonra burası adeta ilaç gibi geldi. Güzel bir kahvaltıdan sonra küçük bir güneş banyosunu hak ettiğimi düşünerek otelin balkonunda Alanya'nın henüz yakıcı olmayan güneşine kendimi Arizona Kertenkelesi gibi bıraktım.
Biraz kemiklerim ısınınca kayıt için dışarı çıktım ve hemen yakınımızda olan stant alanlarına gittim. Henüz her şey yeni yeni kurulmaktaydı ve bir iki standı gezip bilgi aldıktan sonra Bakiye Duran'ı gördük."Cesaret Yalnızdır" isimli kitabı için stant açmıştı ve satıyordu. Henüz okumadığım için ben ve eşim adına imzalattığım kitabını aldım. Ardından çok hoş ve uzunca bir sohbet yaptık.

Kayıt...
Kayıt anısı. Foto: Şengül Uz
Soldan: Tayfun,ben ve Lütfi
Organizasyonun kayıt kısmı süperdi. Tarihi Kızıl Kule içindeki loş bir ortamda oldukça ilgili ve güler yüzlü bir ekip ile karşılaşmak süper oldu. Malzeme kontrolünün eksiksiz yapılması ve özen gösterilmesi dikkat ettiğim noktalardan biri oldu. Yarışın neredeyse başından sonuna görüntü yakalamaya çalışan ekibin orada da yer alması yarış bitikten sonra kendini videolarda görme şansını yakalayanlar için de hoş sürprizler oluşturacak  bir detaydı. Kayıt kalabalık bir ortamda yapılmadı. Oldukça sakin bir şekilde kayıt olduktan sonra henüz kurulmak üzere olan start-finiş takının önünde fotoğraf çektirdim. Daha sonra Ankyra Triatlon SK ekibinden arkadaşlarımla buluşarak onlarla da aynı fotoyu tekrarladık. 
Bir gün sonra bu takın altından ilk geçişte zamanı başlatacak ve sonraki geçişte zamanı durduracağım.
Heyecan dorukta. Hareketlere yansımış.
Yarış öncesi öncelikle yapılması gereken bütün işleri bitirince işin biraz sosyal tarafına bakıp yarış günü ve saatine kadar ki süreyi Alanya'da yaşayan dostlarımızla ve orada gelmiş olan arkadaşlarımızla geçirmek için plan yaptık.

Eğlence...
Yamaç Kafe'den limanın bir görüntüsü
Yarıştan bir gün önce kadim dostlarımız Tonguç, eşi Gülizar ile eşimin ev arkadaşı Özlem ve eşimin ressam hocası Mehmet Bey hep bir araya geldik. Mehmet hoca Alanya’lı olması hasebi ile bizi bi güzel gezdirdi yedirdi, içirdi. Burada bahsetmeden geçemeyeceğim kaledeki Yamaç Kafe'nin ıspanaklı gözlemesi, karpuz, kabak ve bir çok meyvenin el yapımı reçeli mükemmeldi ve yedik, tattık. Seneye yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. Hatta küçük miktarlarda ev için satın bile alabilirsiniz. Akşama kadar deniz ve güneşin keyfini çıkartıp akşamı limandaki Pupa Cafe'de hep beraber sohbet ederek geçirdik. Benim aklım bir yandan az sonra başlayacak olan yarış brifinde de olduğu için onca yıl görüşememiş olsak bile beni anlayacaklarını düşündüğüm dostlarımın anlayışlarına sığınıp ara ara briften yararlandım. Hepsine çok teşekkür ederim. 


Brif...
Bu organizasyonun belki en kötü tarafı brifti diyebilirim. Brif öncesi parkura göre brifte nelerin anlatılacağı mail adreslerimize slayt dökümü şeklinde geldi. Bu süperdi fakat gönderilen mailden de anlayabileceğimiz detayların aynısını yansıya bakarak okuyup aktarmak orada bulunan kişilere kanımca hiçbir şey katmadı. Açık alanda, (Rıhtım Kafe bahçesinde) olabildiğince gürültülü ve ilgisiz bir topluluğa bir şey okumak gereğince sıkıcı bir eylem. Bunun yerine yarışta nelere dikkat edilmesi gerektiğini tek tek söylemek daha verimli ve önemli. Kimsenin kontrol noktaları arası kaç km ve yükseklik nedir ve kontrol noktalarında ne vardır merak ettiğini zannetmiyorum. Çünkü azıcık deneyimi olan kişiler bile artık bu tür bilgilere daha yarış öncesinde ilgili linklerden erişebiliyorlar. Belki bu resmi ve olması gereken bir prosedür bilemiyorum ama içerik zenginleştirmek ve can alıcı noktaların altını çizerek önemle anlatmak daha önemli. Benim için dere geçişi, kayalık çıkışı, sert iniş gibi şeylerin hatırlatılmasının, hava durumunun, mümkünse ayrıntılı rüzgar, yağmur, kar, güneş gibi tahminleri saatleri ile birlikte verilebilmesi daha önemli.

Parkur...
Alanya Ultramaratonu  kendi içinde 4 ayrı uzunluktan oluşan Alanya Ultra 73K, 3720m, Taurus Dağ Maratonu 48K, 2690m, Keykubat Dağ Koşusu 28K, 1600m ve Alaiye 17K, 975m koşularını  içeriyordu. Ben 48 km'lik Taurus Dağ Maratonu kısmını koştum.

"Yörüklerin izinde, Torosların Zirvesinde" mottosuyla bizleri çağıran koşu bir yanında deniz, diğer yanında yükselen mis gibi havası ile dağ ve çam ağaçları içindeki harika manzaralarıyla 48K parkuru adeta büyüleyici idi. İnsanoğlu bir garip. Zaten bir elin parmağını geçmeyen sayıdaki dağ koşularının içinde  şimdiye kadar koştuğum  en zor olanı bu idi. İlginçtir bu parkurda koşmaktan keyif aldım. Neden olduğunu söyleyeyim. Çünkü zor. Ve sadece ben değil bitiren herkes kendine uzatılan mikrofonlara çekmiş olduğu zorluk derecesine rağmen garip bir şekilde bu işten zevk aldığını anlatıyordu. Galiba zorlu parkurları daha çok seviyoruz ve zevk alıyoruz.

Parkurun hazırlanmasına belli ki organizasyon çok emek vermiş. Benim katıldığım Taurus parkuru zemin özellikleri ile hemen hemen herkesin sevdiği ve sevmediği özelliklere sahipti. Kayalık çıkışlar, toprak inişler, sahil koşusu ki benim en sevmediğim kısım burası oldu, single track patikalar, mıcırlı ve asfalt yollar mevcuttu. İniş ve çıkış etapları dengeli ancak iniş etaplarının yarışı domine edebileceği bir profildeydi. Sert kayalık çıkışlar ile sert inişlerden oluşan kısımları ve özellikle dikkat gerektiren teknik düzeyi yüksek parkur. Yine de gözü korkutmuyor çünkü buralarda herkes kendi hızını kolaylıkla ayarlayabildiği için eğer özel bir aksilik yaşamazsa kimseye zarar verebilecek özellikte değil. Belki sahil etabını hemen bitiminde ki kayalıklara çıkarken kullanılan merdiven ve ipten yardım alınarak çıkılan kısımı buna örnek verebiliriz ama bildiğim kadarı ile buralarda bile kimseye bir şey olmadı.Özü itibari ile zor olduğu kadar insanlara aradığı hazzı veren bir parkuru var.

Hazırlık...
Bu yarış ile birlikte bunca zaman içerisinde tek seferde en uzun mesafeyi koşmuş oldum. Daha önce en fazla 42.2 K’lık maratonlar ve haricinde daha uzun bir koşum olmamıştı. Hele hele birde buna eğim grafiği eklenince koşunun kendi içindeki mesafe kavramı ve zorluk derecesi değişiyordu. Bu yarışta kabaca her 100m yükseklik kazanımı 1 km yol yarışı mesafesidir diye düşününce 48,5+19= 67,5K'lık bir düz yol maratonuna denk gelen bir mesafe koşacaktım. Bu mesafeler önemli çünkü dağ koşularında beklenilen hızı kestirmek ve onu sabit bir şekilde sürdürmek çok zor. Bitirme zamanından yola çıkarak 6:24:00 sürede biten 67.5 K lık yarışın ortalama pace’i 5.45 dk/km dır. Oysa dağda bu ortalamayı tutturarak koşmak mümkün değildir. Bu nedenle henüz acemiliğin de verdiği etki ile olası yarış süre ve pace tahminlerini yaparken geçmişte bu parkuru koşmuş kişilerin verilerinden büyük ilham alıyorum. Eski verilere bakmanın artıları ve eksileri var elbet. Bence parkurun neresinde hız kesmek gerektiğini bilmeye yaraması en önemli artısı. Parkurun rota ve eğim grafiğinin verildiği  yarışın ilgili sitesindeki gpx kayıtlarını indirseniz bile parkur özelliklerini tam olarak anlamanız genellikle mümkün olmuyor. Çünkü onlar ham veriler. Oysa parkur üzerinde birinin koşmuş olması o parkurun kodlarının kanımca çözülmüş olması anlamına geliyor. Verisine baktığınız kişiler hızlı ya da yavaş, nasıl olursa olsun bence kendi hızlarında yavaşlayıp hızlanmış olmaları bu verilere bakınca kabaca parkuru daha iyi anlamanızı sağlıyor. Son zamanlarda bu verileri elde etmek aynı zamanda rakiplere bir veri kaçağı da sağladığı için daha önce  dereceye koşmuş kişilerin verilerine Strava gibi yerlerden artık pek ulaşamıyorsunuz. 
Yarış öncesi Strava kayıtları.
Bu yarışa hazırlanmak için bir iki küçük dikkat edilmesi gereken nokta dışında özel bir strateji belirlemedim. Sanki bir düz yol maratonuna hazırlanırmış gibi hazırlandım. Hatta yeni Antalya'da maraton koştuğum için sanki taper haftasındaymışım gibi volümleri çok büyük tutmamaya çalıştım. İki yarış arasındaki üç haftalık dönemde sadece sekiz koşu yaptım ve toplamda yaklaşık 100K koştum. Hafta içi yapılacak antrenmanlardan birinin arazide olmasına gayret ettim. Hafta sonu uzunları mutlaka arazide yaptım. Özellikle interval gibi bir çalışma yapmadım. 

Koşu Cetveli.
Yarış öncesinde mental hazırlığıma büyük katkı sağlayan her Ultra öncesi artık adet olduğu üzere yine bir tahmini koşu cetveli yarattım. Bunu organizasyonun kontrol noktalarını referans alarak hazırlamaya çalıştım. Kabaca ilk kontrol noktasında bir diğerlerinde üç dk kadar duracak şekilde her bir kontrol noktasını ne kadar zamanda geçmem gerektiğini ve kontrol noktalarında ne tür desteklerin olduğunu yazdım. En sert ve görece zorlanacağım noktaları işaretledim ve yine kilometre kilometre hangi pace’de koşacağımı yazdım. Burada ilk zorluk geçen senenin parkuru ile bu sene arasındaki mesafe farkı idi. Bu nedenle cetveli hazırlarken ilk 25.K'sine kadar geçen yılın parkur hızlarına sadık kaldım ama sonraki kısımları 48K den geriye doğru pacelerini  ve koşu dinamiklerini az çok tahmin ettiğim kişilerin geçmiş verilerine göre hesapladım. Hesaplayamadığım şey ise yarış start noktasının farklı olmasıydı. Bu işleri yarış sırasında zorlaştırdı.
Yarış...
Yarış sabahı starttan yaklaşık bir saat önce biten bir kahvaltı yaptım. Bu nokta için söylenecek çok şey yok herkesin kendine göre geliştirdiği bir başlangıç yeme içme alışkanlığı var. Ben genellikle ağır olmayan, özellikle şarküteri içermeyen, peynir, zeytin ve yumurtanın olduğu klasik Türk kahvaltısını tercih ediyorum. Bir fincan çay ve mümkün ise bir fincan filtre kahve içiyorum. Kahvenin bazı kişilerde idrar söktürücü özelliği oluyor bu nedenle daha önceleri denemiş olmakta fayda var. 
Otelin yakın olması start öncesi işler için zaman kazandırdı. Start alanına kolayca ulaştım ve yarış beklendiği gibi 07:00'de başladı. 
Yarışın parkuru altı etaptan oluşuyordu. İlk kısım hemen start sonrası kale çıkışı ve sonrasında iniş ile birlikte 5.5 K'lık etabı içeriyordu. Başlar başlamaz kale içlerine doğru sizi dik bir eğim ile  karşılayan parkur pek alışık olmadığım cinstendi. Hem herkesin bir anda koşmaya çalışması hem de oldukça dik bir alanda parkur üzerinde yer bulmaya çalışmak pek kolay değil. Bu etap Lunapark kontrol noktası ile son buluyor ve bu kısımda çok hızlı gitmemeye daha baştan kendimi yormamaya gayret ettim. İlk kontrol noktasına geldiğimde hedeflerime yakın bir sürede bu noktayı geçtim. Ardından kısa bir eğim sonrası uzun bir çıkış alanı içeren yarışın ikinci etabını koşmaya başladım.
Çoğunlukla kayalık bir zemin üzerinde çıkış ağırlıklı gerçekleşen bu alanda tek sıra halinde sabırla tepeye ulaşmaya çalışıyorsunuz. İlk kontrol noktasını 21. sırada geçtim. Daha sonraki ikinci kontrol noktasına kadar bu sert alanda bana göre çok yavaş bir şekilde ilerlememe rağmen çıkışta 13. sıradaydım. 
İlk kontrol noktasından sonra bu noktadan da tahmin ettiğim zamanın öncesinde ve oldukça dinç geçmiştim. Bunda başlangıçtan itibaren klasik yol yarışlarında ayrı olarak her bir kilometrede bir yudum da olsa su içmeye gayret etmemin ve jel kullanma sıklığını artırmanın etkisi büyüktü. İkinci kontrol noktasına varmadan bir km önce bir jel aldım ve o zamana kadar da 500 ml su bitirmiştim. Paşaköy'e kadar olan etap dik ve sonu merdivenlerle biten kayalık bir etaptan oluşuyordu. Hızların düşük, teknik olmaktan çok dayanıklı olmaya ihtiyaç duyulan bir etaptı.
Üçüncü kontrol noktasına varana kadar iniş çıkışlı ancak sert olmayan daha çok orman içi alanlar ve dağ sırtının bir yanında daha fazla koşmayı gerektiren bir parkurda koşuldu. Yer yer kısa sert çıkışlar ama yine teknik becerinin çok gerekmediği arazinin düzü denilebilecek bir özelliğe sahipti. Bu alanda bir kaç kez kısa çalılıklara takılıp dizimi ve kollarımı hafifçe yaraladım. Bu nedenle böyle alanlar çok teknik değilse de yine de dikkat isteyen özellikte. Kuruçay denilen noktaya geldiğimde hızla kraker, çok az muz, su ve tuz aldım. Yarışın en uzun etabı olan bu nokta bana zor gelmedi ancak sürekli iniş ve çıkışlar dilediğim şekilde hızlanmama izin vermedi. Bu noktada enerjiyi iyi koruma ve daha sonraki teknik inişlere ayırmak saklama fikri vardı. Yarışın belki de en sevdiğim iki etabından biri bu alandı diyebilirim. Kontrol noktasından çıkarken ayakkabımda minik bir taş fark ettim. Oturup onu çıkarmak için uğraştım. Belki de en uzun süreyi bu alanda geçirmişimdir. Bu arada uzun süre önlü arkalı gittiğimiz Rus koşucu beni bu noktada geçti. 

Yarış öncesi strateji  denemez belki ama kabaca dikkat noktaları oluşturmaya çalışmıştım. Mümkünse hiç bir noktada gaza gelmeyecek ve buna sadık kalacaktım. Ana strateji bu idi. Çıkışta, düz ya da inişte kendime hep bunu hatırlattım. Diğeri ise nabız kontrollü gidebilmekti. Yarış içinde uyamadığım şey nabız kontrolüm oldu. 155 bpm -160 bpm arasında bir ortalama ile gitmeyi hedeflediğim yarışta bunun biraz üzerine çıktım. İki nedeni olduğunu düşünüyorum birincisi antrenman eksikliği ikincisi parkurun özellikle çıkış ve iniş etaplarının sert oluşu.
Kuruçay kontrol noktasına kadar da üç kişi daha geçebilmiş ve 10. olarak istasyondan çıkmıştım. Taş işini hallettikten sonra yeniden koşuya başladım. Bu nokta yanılmıyorsam 72K'cıların ayrılma noktasıydı ve bu noktadan sonra önümde giden iki gençten başka kimse görünmüyordu. Giderek yaklaşıp onları da geçince önümde az ilerde Rus koşucuyu fark ettim. Giderek ara kapandı ve ensesine yapıştım. İtiraf etmek gerekirse yarışlarda rakibiniz olduğunu düşündüğünüz kişiler sizi gizli bir şekilde kamçılıyor. Belki nabız aralığımın yüksek olmasındaki gizli etken de bu olabilir. Yine iniş çıkış çok güzel alanlardan geçiliyordu ve Rus çıkışta yoruluyor ama inişlerde bana acımıyor mesafeyi kapattığı gibi bir de öne geçiyordu. Yarışın başlangıcında Soner ile konuşmamızı hatırladım. Soner bana "Hocam dikkatli olmak lazım bu yarışı çıkabilen değil inebilen kazanacak" demişti. Ben de belki bu güne kadar ilk defa gerçekten bir yarışmacı gibi davranıp kendimce taktik yapmaya çalıştım. Çıkışa geldikçe hızı yüklüyor düz de serbest bırakıyordum. Ve asla Rus'un ensesinden ayrılmayıp nefesini duyacak kadar yaklaşıp sürekli arkadan takip ediyordum. Dördüncü kontrol noktasına gelmeden önceki son çıkış noktasında kendi kendime dedim ki eğer psikolojik olarak bu noktada onu geçip öne geçemezsem tahminen aynı yaşta olduğumuzu düşündüğüm bu kişi beni inişte kesinlikle geçecek. Kontrol noktasından önce son bir hamle ile hızı artırdım ve sıkı bir fark açtım. Bir süre sonra hafif kıvrımlı yollarda geride kaldı ve gözden kayboldu. Yeniden Paşaköy kontrol noktasına diğer yarışmacılardan alkış ve destek sözleri duymak beni inanılmaz motive etti. Burada yine hızla sularımı tazeledim ve bir adet jel daha aldım. Hatta yeniden tuz alıp daha önce yaşadığım kramp sorununu yaşamamak için hazırlık yaptım. Biraz muz ve biraz kraker yedim. Bu noktadan sonra yol 27K'cılarla birleşiliyordu ve patika yine kalabalıklaştı. Bu noktaya  kadar iki kişi daha geçmiştim ve noktadan 8. ayrıldım. 
Önce geniş stabilize yol ve hafif eğimler, sonra dar single track ve ardından kayalık iniş ve sert dönüşlerin  olduğu belki de yarışın gerçekten en teknik etabına gelmiştim. Aşağı doğru salınma başlamıştı. Aslında teknik olarak en kötü olduğum alan bu iniş kısımları. Bu nedenle buralarda ne kadar istesem de çok hızlı gidebildiğimi zannetmiyordum ki yarış sonrası baktığım da kendime belirlediğim tahmini geçiş süresini en iyi geçtiğim alan bu etap olmuştu. Ara ara arkamı kontrol edip Rus efendi geliyor mu diye takip ediyordum ama sanırım pes etmişti. Bir ara ayakkabı bağımın çözülmek üzere olduğunu fark ettim. Sanırım kontrol noktasında iyi bağlayamamıştım. Durdum, eğildim ve ilk hamlemle bacağıma kramp girecek gibi oldu. Acıyla birlikte aniden doğruldum ve ellediğim bağın çözüldüğünü gördüm. Toprak bir alandan geçtiğim için bağlamadan koşmaya devam edip bacağımı kendime yakınlaştıracak bir kayalığa denk gelene kadar öyle devam ettim. Sonra bir kayalığa ayağımı koyup bağı bağlayarak inişe devam ettim. Burada da aklıma bir önceki gün Bakiye Duran ile yaptığımız konuşmadaki, 
B-Kaç kilosun?
T-70 kg. 
B-Peki ayağın yerden kaç cm kalkıyor? 
T-Yaklaşık 8-9 cm. 
B-Eh! işte serbest düşüşünü düşün 10 cm olsa 700 Newton ile yere vuruyorsun. Bunu bir de Ultra'da (200 km'ler civarından bahsediyor) 200 bin defa yapıyorsun. Dizler buna nasıl dayansın? diye sağlık sorunu yaşayan dizine iyi davranmadığını anlatırken ki sözleri aklıma geldi. O an biraz daha dayanın inanın siz ne derseniz onu yapacağım diye dizlerimle konuştuğumu fark ettim. Tam bitmeyecek bu inişler derken uzakta asfalt görünmeye başladı. Yine tam o anda telefon çaldı ve eşim, "Tolga Genelde 7. Yaş grubunda galiba 2.'sin" dedi. Biraz olsun rahatlattı ama önümdeki kişi ile olan zaman farkını bilemediğim için hızlanıp yavaşlama konusunda tam olarak karar veremedim. En zorlanacağımı düşündüğüm etabı tahminimden hızlı bitirmiştim. Bundan sonrasını akışa bırakacaktım. Son etap için beşinci kontrol noktasına geldim. 
Burada da su ve jel desteği yaptım. Görece düz, sahil ve ardından bir tırmanış ile bitecekti. Kontrol noktasından çıkınca neredeyse hemen başlayan sahil etabı başta biraz iyi gibiydi. Kısmen kum sert, su az. Ancak ilerilerde suyun, dalganın, kumun etkisiyle koşmak da yürümek de oldukça zor olmaya başladı. İşe yorgunluğu da ekleyince bitse de gitsek moduna geçiş başladı. Rahat koşabilmek için kumdan uzak, suya yakın durmaya çalışmak bir süre sonra yorucu oldu ve ara ara suya girmeye başladım. 


Her kontrol noktası için kendime verdiğim zaman sürelerini ve geçtiğim sürelerini yukarıda görebilirsiniz. Yeşiller tahminden iyi geçilen kırmızılar ise kötü geçilen süreler. İyi geçilen ile kötü geçilen arasında sadece 13 sn bir negatif süre mevcut. Bu da baştaki planlamanın genele vurulduğunda ne kadar isabetli olduğun gösteriyor.
Ağırlaşan ayakların da etkisiyle koşu kontrolden çıktı. Bütün bunların üzerine sahil etabının neredeyse tırmanış ile birleşmesi başta gözümü korkuttu. Çünkü iyice yorulmuş ayaklar ile kaybedilecek bir denge ile ufak da olsa kaza geçirmek mümkün olabilirdi. Neyse ki burayı da atlattık. Burada ki ana sorunlardan biri koşu dışında normalde halkın da bu noktayı kaleye çıkış için yol olarak kullanması. Bu noktada merdivende yada dar yollarda aheste dolaşan insanlarla karşılaşabiliyorsunuz. Derece için koşan insanlara sorun yaratma potansiyeli büyük. Kaleye doğru oldukça dik bir alanda çok da uzun sayılmayan bir alanda koşuyorsunuz ancak bu ve ardından gelen iniş sanki yarışın en uzun etabıymış gibi geliyor. Teleferik noktasına geldiğimde aşağıyı görebiliyor ama git git gidemiyordum. Dönerek inişler gözümde büyüdü ve bir ara yorulmuş olduğumu hissettiğim. Daha sonra fark edecektim ki bu noktayı da etap birincisi ile neredeyse aynı hızda inmişim. 
Koşu Cetveli
Dar kale sokak ve surlarının arasında denize sıfır inen bir merdiven ardından finişe çıkan bir diğer merdiven ile nihayet finiş takı karşımdaydı.
Beklediğim sürede, beklediğim gibi bir tempoda, beklemediğim derecede yüksek enerjide yarışı bitirdim. İlk cümlelerim bir daha burayı koşmam olmuştu. Ama bu yazıyı yazarken aynı hisleri kesinlikle paylaşmıyorum.
Finish Anı
İlk sonuçlara göre Genelde 7. Yaş grubunda 2. bitirmiştim fakat organizasyon kurallarına göre grupta genel sıralamaya giren koşucular var ise diğerleri bir sıra yukarı çıkıyordu. Ben de bu sayede yaş grubunda (50+) birinciliği aldım. Yarışa gelmeden önce madalya alabileceğimi tahmin etmediğim için dönüş uçağını erken saate almıştım. Bu nedenle kürsüye çıkamadım. Madalyamı yerime Tayfun arkadaşım aldı. Benim Rus ise ikincilikle yetinmek zorunda kaldı.

Seneler önce 2000 yılında dağ bisikleti ile geçtiğim alanları şimdi koşarak çıktım indim. O yıllarda ilk yarışımda ikinci turda tur yediğim için yarıştan alınmıştım. Şimdi koşarak bitirdim ve birinci oldum. Zaman, insanın sağlığına yapacağı yatırımın en iyi yatırım olduğunu görebilmek için ne güzel bir yol. O zamanlar sağlığımı bana dağ bisikleti veriyordu. Şimdi ise koşular. Buna şimdilerde araç olan ultralar ise, bu sıralar beni yaşatan en büyük dostlarım. 
Bu nedenle sanırım bir süre daha "Benim meskenim dağlardır". 

Soldaki Birincilik, diğeri bitirme madalyası
Not: Bakiye Duran'ın kitabını okumayı Mayıs ayında bitirdim. İlham almak isteyenler için oldukça etkileyici. Düşününce insan zaman bulamamaktan yakınma konusunda ne kadar kendini kayırıyor. Aslında her şey için zaman var. Bakiye ablanın zaman yaratma konusundaki becerisini ve zamanla bunun bir sistem yönetimine dönüşmesini okuyup da etkilenmemek mümkün değil. Keyifle ve bir solukta okunup bitirilecek insanın bu hayattaki yolculuğuna örnek bir hayat hikayesi. Kalemine sağlık. (Düzeltme: 14.05.2019)







Hiç yorum yok: