24 Kasım 2019 Pazar

KAPADOKYA ULTRA TRAİL (CMT)


"Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Zırhı andıran sertlikteki sırtının üzerinde yatmaktaydı ve başını azıcık yukarı kaldırdığında kubbemsi, kahverengi, yay biçimindeki sertliklerce bölümlenmiş; üstünde, tutunabileceği hiçbir şey kalmamış ve neredeyse tamamen kaymak üzere olan yorganın bulunduğu karnını gördü. Diğer kısımlarıyla karşılaştırıldığında acınacak denli ince bir sürü bacağı, gözlerinin önünde çaresizce parıldıyordu."

"Franz Kafka'nın 1812'de yazdığı Dönüşüm "metamorphosis" insanın içinde bulunduğu topluma olan yabancılaşmasını ve dönüşümü ile birlikte en yakınındakilerin bile ondan uzaklaşarak yok saymasını böcek metaforuyla en iyi ifade eden uzun öykülerinden biri."


Bu "metamorphosis" yorumunu okuduğumda aklıma bir çoğumuzun bulunduğumuz noktaya gelmek için çok çaba harcadığı ve yaptığımız antrenmanlar her ne olursa olsun zihnimizdeki hedeflere yaklaşırken çevremizin de bizden uzaklaştığı ve bizlerin de giderek Gregor Samsa gibi bunu içinde hissettiği gelmişti.


"Çok da şey yapmamak lazım" diye başlayan cümlelerin sahipleri bu sözlerin aslında kulağınızın bir tarafından girip diğerinden saniyede çıkıp gidiverdiğini bilmezler. Çünkü duymak istediğimiz bu değildir. Arkadaşlarımız, çevremiz hatta en yakınınızdakilerin  bile görmesini istediğiniz şey anlamakta zorluk çekip durdukları sizdeki bu dönüşümün olumlu yanlarıdır. 

Geçtiğimiz hafta 19-20 Ekim 2019'da Kapadokya'da Salomon Cappadocia Ultra Trail Yarışı koşuldu. Üç ayrı mesafede koşulan yarışın bu yıl 6.sı düzenlendi ve önceki yıl kısa parkuruna katıldığım yarışta bu kez orta CMT (63K) parkurunda yarıştım. 

Geçen yıl tam bu zamanlar CST etabını koştuğumda yeni trail yarışlarına hazırlanmaya başlamış ve tam da hazır olmadan parkura atmıştım kendimi. Zor geçen bir yarışın ardından kendime dersler çıkararak bu yıl için hedef yarış olarak CMT parkurunu belirlemiştim. O günden sonra da giderek artan tempoda ve arada bir çok trail yarışına katılarak iyi bir antrenman dönemi geçirmiştim. Giderek dönüştüğümü ve artık bu yarışa hazır olduğumu hissetmeye başlamıştım. Sanmışım, çünkü gerçek öyle değilmiş. (Dileyenler bu kısımdan sonra yarış kısmından devam edebilirler.)

Giriş...
Bu yıl içinde yarışa hazırlanırken ara dönemlerde bazı yarışlar koştum. Burada amaç 63K mesafesi koşabilmek için giderek artan mesafelerde trail yarışları koşmak ve aynı zaman da hızı da kaybetmemekti. 
Yıl boyunca antrenmanların çoğunu bu ekip ile birlikte yaptık.
Soldan Sağa: Suphi, Ayla, Yücel, Bülent, Pelin, Ahşan, Levent.
Fotoda olmayan, Öner ve Bekir Sıtkı
İstanbul Yarı MaratonRunatolia_2019Alanya Ultra Taurus Dağ MaratonuGordion Yarı Maratonuİznik Ultra Narlıca Maratonu_55KFrig Ultra Race RunBu yarışların bir çoğunda yaş grubu derecesi aldım. Bu bana yaptığım antrenmanların işe yaradığı ve doğru yolda olduğum hissini verdi. Giderek artan bir tempoda antrenmanlara devam ettim.


Bu kez özellikle nasıl antrenman yaptığımı detaylarıyla, volümünden ya da hızlardan bahsetmeyeceğim. Sadece hedef ve gerçekleşen tablo ile ilgili sebeplerini paylaşacağım. Sonra da bunun bana neye mal olduğunu. 
63K adından da anlaşılacağı gibi ultramaraton dünyasının orta ölçekli koşularından. Ama bu orta düzeyde antrenman yapmanız ya da önem göstereceğiniz anlamına gelmiyor. Parkura çıktıktan sonra sizi nelerin beklediğini er geç anlar ve şansınız yaver giderse yarışı bitirirsiniz yoksa gözünüzü hastanede açmak bile mümkündür. Bütün bunlara girmeden önce bu sene Kapadokya yarış organizasyonu ve brifinginden biraz bahsedip daha sonra kendi yarışımı ve olup biteni anlatmak istiyorum.

Malzeme kontrol ve brifing...
Bu yıl önceki yıldan farklı olarak internetten kayıt yaptığınız esnada size yarış kitlerinizi teslim almaya geleceğiniz gün için bir randevu seçeneği sunulmuştu. Başta orada olabileceğim saati kestiremediğim için bu kısmı pas geçmiştim. Yarış yaklaştıkça Cuma günü 17:45 şeklinde netleştirdim ve linkten işaretledim. Ne yalan söyleyeyim işleyeceğini pek sanmıyordum; ama söylenilen saatte orada olduğumda etrafa önceki yıldan farklı olarak bir düzenin hakim olduğunu gördüm. Randevulu ve randevusuz olarak ikiye ayrılan girişte gönüllüler hemen size yardım etmeye başlıyordu. Adınızı söyleyip kimlik bilginizle birlikte size hemen bir kağıt kartondan yapılma sepet veriyorlar. Sepetin içinde kuşe kağıda basılmış zorunlu yarış ekipmanlarınızın olduğu fotoğraflı bir görsel mevcuttu. Malzemeleri sepette bu resimlerin üzerine bırakıyorsunuz. Gönüllüler malzemeleri bu listeye göre eksiksiz kontrol edip size  çipinizi ve tişörtünüzü anında veriyorlar. Tabi bu sırada acil telefonlarının telefonunuza kayıtlı olduğundan da emin oluyorlar. Açıkçası bu yıl girdiğim yarışlar içinde açık ara önde bir malzeme kontrol alanı olmuş. Bu uygulamanın yaygınlaştırılması maliyeti arttırabilir; ama ciddiyetin altını da çizen bir uygulama. Benden önce gelenler de aynı duyguya kapıldılar mı bilemiyorum, belli saatlerde yoğunlaşma olmamışsa oldukça başarılı bir uygulama olduğunu söyleyebilirim.

Ankyra Ekibi. Soldan sağa. Yücel, Pelin, Ahşan, Bekir Sıtkı,
Ben, Can, Ayla, Mehmet, Eyüp, Suphi.
Burada olmayanlar Ürün ve Emre

Kit teslimi ardından hemen brif alanına geçtik. Zaten ikisi de aynı çatı altında ve geçen yılın aksine 63K brifini başından sonuna dinleme şansım oldu. Brif öncesi Ankya Spor takım arkadaşlarımızla bir yarış anısı fotosu almayı da ihmal etmedik tabi. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da brifi gürültü nedeni ile dinlemek zor oldu. Bunda organizasyonun bir kabahati yok. Bangır bangır bağırarak anlatamayacaklarına göre iş biz sporcuların brif dinleme alışkanlık ve kültürlerine geliyor. İçerideki gereksiz uğultu her yarış öncesi brifinin makus talihi sanırım. Burada üç-beş yıl bu yarışa katılan kişinin kaçıracağı pek bir şey yok belki ama ilk heyecan gelmiş ve pür dikkat dinlemeye çalışan kişiler için büyük bir haksızlık. Buradan briflerin canlı yayınlanarak internetten verilmesinin ya da mümkünse yarıştan bir hafta öncesinde video yayını yapabilen linklere yüklenmesinin bu tür engellerin önüne geçeceğini düşünüyorum. Yarışın havasını yaşamak için katılan kişilere son gün briflerde önemli noktalar sadece hatırlatmak için toplanılabilir. Her yıl katılan da katılmaz, böylece daha rafine brifler ortaya konabilir.


Ankyra ile Start-Finiş anısı. 



Brif sonrası fuar alanına geçtik ve yine Ankyra SK ile bir yarış takı anısı oluşturduk. Bu yıl oldukça geniş bir katılımla Kapadokya'daydık. Akşam yemeğinde, yarış kritikleri, kakara-kikiri ve hava tahminleri sonrası otellere dağıldık. Herkes kendi yarışı için hazırlıklarına başladı.







Konaklama...
Bu yılda geçen yıl gibi yarış start noktasına uzak bir alanda Göreme'de konakladık. Otel sahibi ile bazı arkadaşlarımızın rezervasyonları konusunda çıkan tartışmalar nedeni ile geceye huzursuz başladık. Sabah erken saatte kahvaltı alamayacağımızı daha brif zamanı öğrendiğimiz için kendimize kahvaltılık bir şeyler alıp otele dönmüştük. Otel odasına girince biraz gürültülü ve pek de konforlu olmadığını fark ettim ama buna takılacak zaman yoktu. Hostel kısmında konaklayan arkadaşları düşününce bizim odamızın daha iyi şartlara sahip olduğunu düşünüyorum. Bunu niye anlatıyorum? Benim gibi yatak, yastık takıntınız var ve rahatınıza düşkünseniz özellikle Kapadokya gibi bir yarışta konaklama işini çok önceden halletmeniz lazım. Bu dönemde konaklama yeri bulmak zor ve bu beklenmedik sorunlar yaratabilir.

Hazırlık...
Programa başlangıç tarihi olarak 16 haziranı seçmiştim. Diğer hazırlık yarışları bitecek ve nispeten yarışa odaklı çalışmalara başlayabilecektim. Hazırlığı olana 2.5 ay gibi bir süre ince ayarları yapmak için yeterli bir zaman. Yıl boyunca da bir çalışma yapılınca hedefi tutturmak çok da zor görünmüyordu. Beni endişelendiren ise bu programın arasına yıllık izin yani tatil, kızımın okulu için bir haftalık yurt dışı seyahati ve her yıl eylül sonu ekim başında planladığımız on günlük tekne gezisi de planın içinde yer alacaktı ve bu zamanlarda  da istenilen düzeyde koşabilecek miydim? 
Bu programın sorunlu noktaları burasıydı; ama ondan daha beteri birlikte antrenman yaptığımız, uzun koşuları hedeflediğimiz ekibin de yaz ayları nedeniyle ekip çalışmasını bozacak şekilde planları olmasıydı. 
Programın gidişi ilk iki hafta içinde daha volümler yüklenmemişken bile aksadı. Bunun üzerinde ben de planı olabildiğince yapmaya odaklandım, büyük koşuları atlamamak için elimden geleni yaptım. Kısa sertler ve güç egzersizleri doğalında planın tuzaklı alanlarına kurban gitti. Bütün bunlar yetmezmiş gibi tekne haftasında beni bekleyen sürpriz hastalık, yarışa iki hafta kala bütün sistemimi ve moralimi alt üst etti. Tekne kamarasında üç gün ateşli vaziyette yatmak ve sıfır antrenman yapmak sanki bir yıl boyunca biriktirdiğim ne var ne yoksa elimden alıp gitti. Geriye kalan zaman dilimi içerisinde de hastalığın artçı etkileri olan halsizlik, öksürük, çabuk yorulmalar devam etti gitti.
Ama ultralar böyledir diyebiliyorum artık. Asla tam olarak hazır olunamaz. Bunu hayattaki başınıza gelme ihtimali olan sağlık sorunlarına benzetiyorum birazda. Kalp krizi geçirme riskinizi azaltmak için egzersiz yapmanız önerilir, diyetinize dikkat edersiniz, risk faktörlerini  -sigara, stres- yönetmeye başlarsınız ve talihiniz de yardım ederse kriz geçirmezsiniz ya da geçirirseniz de savaşa hazır girmişsinizdir az hasarla atlatma olasılığınız olur. 
Bu planlama dönemi de benim için tam anlamıyla böyle oldu. Geçen yılın başında 63K koşmaya kalksam ve hazırlığım da böyle olsaydı belki hasar yani yarış anındaki sağlık durumum ve sonrasındaki bitkinlik daha büyük olabilirdi. Bu nedenle düzenli bir yıl geçirdim; ama yine de zamanın tamamını istediğim kalitede yönetememek kendi adıma kötü diyebileceğim sonucun mimarı oldu. Ben işte bu açıdan ultralara “büyüksüüün” anlamında ultra diyorum. Eskilerden anımsadığım anatomi laboratuvarlarının kapısında şöyle bir söz vardı. “Ölüler yaşayanlara öğretir” yazardı latince olarak. Ben de işte ultralara tıpkı bunun gibi “Dağlar koşanlara öğretir” diyorum artık. Koşma zamanı hesap kesim tarihidir adeta. 
Bütün bunun yanında ultranın öyle de  bir güzelliği var ki ne kaybederseniz kaybedin her koşudan kazanmış çıkarsınız aslında. Kötü atlattığımı düşündüğüm bu yarış da hazırlıkların tam olmaması nedeniyle bana acı deneyimler yaşattı ama öğrenmem için merak da yarattı diyebilirim. Dönüp elektrolitler, asit-baz dengelerini tekrar okuyarak bilgi tazelemek durumunda kaldım.

Hazırlık programın genel itibari ile içeriğini ve gerçekleşmesi beklenen volüm ile gerçekleşenleri aşağıda paylaşıyorum. Genel olarak planlanan koşunun %60 kadarını gerçekleştirebilmişim. Bu kez teknik detaylarına girmeyeceğim. Yani her antrenman, süresinden bağımsız istenilen teknik özellikte miydi gibi. Kabaca ona da %60 diyebiliriz. 


Antrenman planının başlangıcındaki hazırlık dönemi ve bu dönem için planlanan süre ve içerikleri tabloda yer almakta.


















Planın Özel hazırlık dönemi. Özellikle güç ve dayanıklılık üzerine kurulu.
Özel hazırlık döneminin ikinci kısmı volümlerin artması beklenen dönem.
Yarış öncesi ve yarış günü planları. Bu planda yarış günü mesafesi kayıtlı değil.
Planın grafikle anlatımı. Yüklenme eğrisi diyebiliriz.
Planlanan ve gerçekleşen kilometreler. Son haftaya yarış km'si dahil.
Bütün bunları ele aldığımızda yarışın bu sonuçla çıkması pek de beklenmedik bir son değil. Yarış sonucu benim için ne kadar önemli olsa da sürecin kötü gitmesini hazmetmem biraz zor oldu. Buradan çıkarttığım ilk ders hedef yarışı sonbaharda bir yarış seçmemek gerekiyor gibi düşünmeye başladım...

Yarış...
Yarış sabahı geldiğinde gece boyunca uyku ile uyanıklık arası ruh halinde kalkıp kahvaltı salonuna geçtim. Kahvaltı konusunda sayısız alışkanlık var. Kimi yarışlara aç başlıyor, kimi kallavi kahvaltı yapıyor. Ben bu denli uzun yarışlarda ikisinin arasında güçlüye yakın bir kahvaltı yapıyorum. Mümkünse yarıştan da en az iki saat önce kahvaltıyı bitirmiş olmaya  ve kahvaltıda yumurta yemeye çalışıyorum. Ancak bu kez otelin kahvaltı verememesinden dolayı başarılı bir kahvaltı yapamadım. Sürprizlere hazırlıklı olmak için evden getirdiğim müsliye süt katıp önce onu yedim, daha sonra ekip arkadaşlarım ile birlikte benim için aslında diğer yarış rutinlerinin dışında pek güçlü diyemeyeceğim bir kahvaltı yaptım. Tahmin edersiniz ki yumurta yoktu.
Hemen ardında üst baş hazırlığını bitirip Pelin'in arabasına doluştuk ve AC/DC'nin Thunderstruck parçası eşliğinde coşkulu bir şekilde yola koyulduk. Sabahın o saatinde balonlar henüz hazırlanıyor ve havayı ısıtmak için kullandıkları ısı kaynaklarından sızan ışıklar alaca karanlığı yırtıyordu. Yarışa giderken motive araç içi hallerimizin videosunu sevgili Ahşan çekti. 

Tahminlerine göre yarış sıcak bir havada koşulacaktı. Havanın mevsim normallerinin biraz üzerinde ve özellikle öğlene doğru güneşin tepede zorlayıcı olacağı şeklinde tahmin ediyorduk. Öyle de oldu.
Yarış alanına geldiğimizde büyük bir kalabalık ile karşılaştık. Oldukça coşkulu 80 ülkeden gelen bir yarışmacı grubu vardı. Anonslar, yarış için motivasyon sözleri, bangır bangır müzik  ile takın altında havaya coşku hakimdi. Başlangıç noktasında yerimizi alıp start zamanımızı beklemeye başladık. Klasik start fotomuzu da almayı ihmal etmedik bu arada.
Start takı altında klasik başlangıç fotomuz.
Ben, Bekir Sıtkı ve Yücel.
Start verildiğinde Göreme Arnavut kaldırımlarında hafif bir yokuş ile başlayan yarışın ilk kilometrelerinden itibaren yarış stratejime uygun bir şeklide kontrollü olarak yol almaya başladım. İlk defa bu mesafede bir ultramaraton koşacağım için temkinli olmayı unutmamam konusunda kendime hep içsel uyarılarda bulundum. Her yarışta olduğu gibi bu yarışta da bir yarış stratejisi tablosu hazırlayıp ara ara kontrol edebilmek için çantama iliştirdim. 


Strateji tablosu.
Daha önceki yarışlarda hep işe yaradığını düşündüğüm bu planlar bana yarışı iyi bir şekilde koşabilmek için güven veriyor. Planlama yaparken birçokları gibi ben de daha önce koşulmuş sürelere dikkat ederek bu sürelere belli yerlerde artı zamanlar, nerelerde beslenme yapsam iyi olur, nerelerde su içsem iyi olur gibi bilgileri ekliyorum. Bu kez de kabaca her kontrol noktası -Check point- (CP) için geçiş sürelerini hesaplayarak üzerine yazdım ve bu plana uygun hareket ederek başladım. Eğer her şey yolunda giderse yarışı 7 saat 30 dakika gibi bir sürede bitirecektim. Beklentilerim ve tahminlerim gerçekleşirse de bu bana yaş grubunda kürsü getirecekti.
Yarışın başlarında Yücel ile birlikte keyifle  ilerliyoruz.
İlk CP İbrahimpaşa'da
Kontrollü bir şeklide başladığım yarış için 35K Göreme CP noktasına kadar geçiş süreleri neredeyse kitap gibi devam etti. Bu noktaya kadar parkurun tamamını arkalı önlü şekilde Yücel ile birlikte koştuk. Burada biraz parkurdan bahsetmekte fayda var. Bu ilk üç CP noktasına gelinceye kadar çok zorlayıcı bir parkurdan geçmiyorsunuz. Ara ara ufak sert iniş ve çıkışlar, basit merdiven geçişleri, vadi içinde bağlar arası geçişler, elma bahçeleri, bazen kurumuş su yolları ve bunların bırakmış olduğu kumluk alanlar ile bölgenin genel arazi yapısına uygun alanların ağırlıkla yer aldığı yerlerden geçiyorsunuz. Parkuru bu noktada zorlaştıran çok özel bir şey olmamakla birlikte özellikle ıslak alanların geçişlerinde kaygan zemin nedeni ile sorunların yaşanması, kayıp düşmeler, yerlerdeki köklere takılıp sorun yaşamalar mümkün olabilir. Bir kez ağacın dalına hafif-sert bir şekilde kafamı çarptığımı hatırlıyorum. İlk üç CP'yi geçişte hiç bir sorun yaşamadan iyi bir moral ile, yorgunluk hissetmeden geçtim. Bu ana kadar parkur da benim için çok kırıcı bir gelmedi. Kısa iniş çıkışların olduğu, ara ara kumluk alanlardan da koşmak zorunda kalınan vadi içi geçişler çok zorlayıcı değildi. Bu noktaya kadar yarışın balayı anlarıydı. Bundan sonra işler değişti. Üçüncü CP'den sonra yaklaşık 38. km'de bacaklarımda bir yorgunluk hissettim. Başta küçük küçük kramplar ile başlayan yorgunluk hızla arttı ve benim için yarışın en zor anları böylece başlamış oldu. Çok kısa bir süre sonra her iki Quadrisepse güçlü kramplar girmeye başladı. Arada aldığım tuz ve magnezyum tabletlerine rağmen bu sorun giderek arttı ve hafif bir yokuşta bile hareket edemez hale geldim. Bunlar tam da inişli çıkışlı adeta Roller Coster tabir edilen bölgenin tipik yapısına sahip zemininden oluşan 3. ile 4. CP arasındaki noktada meydana geldi. Bakıldığında fazla bir yükseklik kazanımı yok; ama hızlan yavaşla, dur kalk bacaklarımı iyice perişan etti. Aslında parkur olarak burası yine kırıcı bir nokta olmamasına hatta önümde Akdağ gibi yarışın daha zorlu alanları olmasına rağmen benim için eziyetli bir kısım halini aldı. O ana kadar yolunda giden her şey birden bire tersine döndü ve bacaklardaki bu durumu engelleyemedim. Ne sabah ki enerji, ne de motivasyon. O an her şey birden bire sıfırlandı sanki. Yanımda ne tuz tableti ne de magnezyum tableti kalmıştı. Yoldan geçen yabancı bir kadın yarışmacı ızdırap çeken halimi görünce yanımda durup magnezyum  isteyip istemediğimi ve alırsam kısa bir süre sonra işe yarayacağını söyledi. Ben de teşekkür ederek aldım ve bu beni ancak bir km kadar idare etti.
Moralimin bozulmaya başlayıp ilk krampları hissetmeye başladığım anlar.
Durum sonra daha da vahim hal alacak.


Bu halde 48K CP'sine kadar gittim. CP girişine gelmeden önce tepeden aşağı inerken eşimi gördüm. Oraya nasıl gelmiş olduğunu anlamakta bile zorluk çektim. "Nasılsın?" dediğinde söyleyebildiğim tek şey "çok kötüyüm" oldu. Hiç enerjim kalmamış ve artık bacaklarımdaki ağrılardan canım çok yanar halde idi. Rodin'in Düşünen Adam heykelinden daha beter bir halde çöken adam pozisyonunda iki dirseğim dizlerde, bir sandalyenin üzerine çökmüş bir şekilde oturdum ve başıma geleni kısaca ve hızla eşime aktardım. Hesapta bu CP'ye kadar kontrollü şekilde gelecek ve burada en uzun dinlenmemi yapıp Akdağ çıkışı öncesi beslenme desteği ile zor etabı da atlatıp iniş desteği ile finişe girecektim. Beş, on, on beş dakika geçti ve ben halen kendimi iyi hissetmiyordum. Nefes kontrolü, besin takviyesi, bu kasların benimle daha ne kadar gidebileceğini hesaplamaya çalışarak uzun bir süreyi geçirdim. 38K'da ayrıldığımız ve benden önce CP'ye giren Yücel ikmalini yapıp ayrıldı.CP'ye benden sonra giren Bekir Hoca'da ikmalini yapıp dilersem bekleyebileceği teklifi ile CP'den ayrıldı. Bu arada ben çorba, tuz, soda, elma ve su desteği ile biraz olsun toparlanmakla meşguldüm. Tam olarak 25 dk kadar bekledim ve bir ara bırakmayı bile aklımdan geçirdiğim anda ki bu hissi bir yarışta ilk defa hissettim diyebilirim Kubilay ve eşimi başımda pervane ve destek konuşmaları ile biraz olsun kendimi toparlayıp yarışa yürüyerek de olsa devam etme kararı aldım. Kalan etaba başlamak için bahçede akan musluğun altında kafamı iyice ıslatıp her kese gülücükler atarak beni bekleyen kaderime doğru yola koyuldum. Bu anları Seda Tunç güzel belgelemiş. Teşekkürler kendisine.
Çavuşin CP'sinden çıkarken moral bulmuş ve biraz da olsa enerjisi yerine gelmiş halim.
Her şey yolunda olmasa da yolunda olmasını istediğimi ifade eden parmak işaretim. :)
Foto: Seda TUNÇ.
Aslında bu yarış için zorluk bu andan sonra başlıyor diyebilirim. CMT'nin en zorlu kısmı Akdağ çıkışı denen nokta ve burada koşmanız imkansız. Çok sert ve uzun sayılacak bir çıkış ile başlanıyor kalan kısma. Enerjinizi, nefesinizi korumak zorundasınız çünkü bu noktadan sonra bile sizi plato üzerinde bekleyen uzun bir in-çık düzlük ve sonrasında sert inişler bekliyor. Yorulan bacaklarım, bozulan moralim, kırılan gururumu topladığımda ancak 0,74 yapıyordu ve ben bu andan sonra artık sadece bu noktaya kadar geldin ve yarışı bitirmek daha önemli kafasındaydım. Akdağ'ı çok az kişi ile birlikte yürümek bile denmeyecek bir hızda dura kalka çıktım. Tepeye vardığımda biraz dinlenme ve ardından yine koşma denmeyecek hızlarda hareket etmeye çalıştım. Ama bacaklarım beni her defasında hızlanmamam için adeta yere çiviledi. Ağrıların nasıl geçecekleri konusunda ise en ufak bir fikrim kalmamıştı. Bu ruh ve enerji halinde hedefimden 34 dakika zaman kaybı ile Akdağ CP'sine sert bir iniş sonrası girdim. Kendimi beslemek adına bu noktada hiç bir şey bulamadığımı söyleyebilirim. Canım kola istemişti; ama kola bitmişti. Hiç bir CP noktasında biraz tuz alabilmek adına aradığım cips bu noktada da yoktu. Normalde kola ve cipsin hayatımdaki yeri sıfır. Ama bir kaç yarıştır enerji, tuz ve kafein karışımının bana iyi geldiğini keşfettim. Bu nedenle gözüm özellikle sonlara doğru belki biraz da kendimi şımartmak adına bu iki zararlı şeyi arıyor. Beynime giden kan da azalmış ve gerçeği değerlendirme yetimde de sorun olmuş demek ki bir de tuttum CP görevlisi kızcağıza magnezyum var mı, kaslarım hiç iyi değil diye sordum. Haliyle bana uzaylılar buradan geçti mi? ya da ada vapuru buraya uğrar mı sorusu sormuşum gibi baktı ve şaşkınlıkla "yok; ama yerine tuz var" diyebildi. Polat o anda olaya müdahale edip "Abi tuz ve elma ye, aynı şey. İyi gelir" dedi. Bir de Doktor'a benim için bir şey yapıp yapamayacağını sordu. Çaresiz bir doktordan daha vahim bir şey yoktur bilirim. Zavallı, garip, çaresiz hangi sıfatı kullansam bilemiyorum; ama elindeki soğutucu spreyi bacaklarıma sıkmayı ve iyi gelmesini ummayı teklif etmekten başka bir şey yapamadı sevgili meslektaşım. İşe yaramayacağını bile bile birazda dinlenebilmek için oturup spreyin sıkılması bekledim. Modern tıp da çaresiz kaldığına göre bize yine yol göründü hissiyatı ile bu CP'den de ayrıldım. Bundan sonra artık son durak finiş takı, bense artık ruhen yarıştan tamamen kopmuştum. 
Bacaklarım hızlanmama asla izin vermiyor; ama yürümeme de engel olmuyordu. Kramplar artık bu nokta da belki de yürümenin verdiği az enerji tüketimi nedeniyle hissedilmemeye başladı. Ama artık bu noktadan sonra koşmak için de kendimi hiç zorlamadım diyebilirim. Son iki CP arasında beni 42 kişi geçmiş. Bir ara minik mimik yağmur taneleri yüzüme, kollarıma bacaklarıma çarptığında hissettiğim soğukluk hissini, vücudumda karıncalanmalar başlıyor, galiba daha da kötüleşiyorum diye düşündürttü ve korktum. Neyse ki bir dakika sonra yağmur serpintisi olduğunu anlayınca rahatladım. Bu noktada şunu söylemeliyim. Aslında kendi içinde sürekli bedenini kollayan bir yanım olduğunu bu yarışta daha fazla hissettim ve zarar görmekten korktuğumu duyumsadım. Bu iyi mi kötü mü bilemedim. Belki beni sürekli sınırlıyor ve daha fazla performans göstermemi engelliyor; ama belki de tam da bu nedenle hayatta kalmamı sağlıyor. Zamanla bu hislerin nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğini daha iyi anlamalı ve kendi sınırlarını daha iyi çizebilmeli insan. Ben de bu anlamda bu yarıştan kendi adıma büyük dersler çıkardım diyebilirim.

CP'lerden geçiş sürelerim ve bu noktalardaki sıralamam.
Sonlara doğru başladığım noktaya doğru umutsuz geri evrilişimin dayanılmaz hafifliği. :)
Planlanan ve Gerçekleşen süreler arasındaki uçurum tablosu.

Ve finiş anı. Parke taşlı yolu yeniden gördüğünüzde finişe çok az bir zamanın kaldığını bilirsiniz. Sizi az ötede coşkulu bir kalabalık bekler. Yakınlarınız, kulüp arkadaşlarınız, fotoğrafçılar, yarış gönüllüleri ve madalyanız. Ben de son bir gayret hafif hızlanarak koşar adımlarla finişe girdim ve her zaman yaptığım gibi son anda gülümsemeyi ihmal etmedim. Çünkü biliyorum ki "acı geçici, anı kalıcı."

Yarışa başlarken hissettiklerim ile bitirirken hissettiklerim arasında çok fark vardı. Başlarken kendimi iyi ve favori adaylar arasında görüyordum; ama bitirebilmek bile başarı oldu. Gregor Samsa'nın akşamdan sabaha yaşadığı dönüşüm gibi, bacaklarım da koşunun ortalarında bir yerlerde onunkiler gibi acınacak derecede güçsüz, bedenime saplanmış iki baston değneğinden farksızlardı ve ruh hali olarak da kendimi böcek gibi hissediyordum. Bu yarış için o kadar hedef odaklıydım ki son zamanlarda bedenimde olan tüm değişiklikleri, sağlığımla ilgili olan olumsuzlukları ve aksayan antrenman programlarını yok saydım. Haksız da sayılmazdım tüm yıl boyunca iyi çalışmıştım ve bir iki haftanın lafı bile olmazdı. Oysa durum böyle değildi. 

İyi geçeceğini zannettiğim ultranın bana öğrettiği; yaşadığım bu dönüşüm ile toplumun size karşı hissettiği yabancılaşmayı aslında bazen sizin de kendi içinizde derinlerde bir yerde nasıl fark etmeden yaşayabileceğiniz oldu.

Ve bugün artık çektiğim acıların sonucunda kürsüye çıkmasam da benim için asıl büyük ödülün "meselenin Böcek olmakta değil Gregor Samsa olarak kalabilmeyi" anlamak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Finiş anı. Acı biter anı kalır.
Foto: Seda TUNÇ.
Bitirme sertifikası. Genelde 140.,50+'da 12.
Özel teşekkür: 
Yarışa gidip gelirken arabada bize eşlik eden Eyüp ve Bekir Hocam'a özellikle teşekkür etmek istiyorum. Hem sohbetleriyle hem de klasik müzikteki engin bilgileri ile bizlere keyifli bir yolculuk zevki yaşattıkları için. Dostlukları zaten dillere destan. Ona söz bile söylenmez.

Yarış sabahında gökyüzünü balonlarla dolu görmek müthişti.
Bir daha ki sefere bu deneyimi de yaşamak için eşim kendine söz verdi. 












































10 Haziran 2019 Pazartesi

AKŞAMDAN SABAHA 100K


Birdenbire

Her şey birdenbire oldu. 
Birdenbire vurdu gün ışığı yere; 
Gökyüzü birdenbire oldu; 
Mavi birdenbire. 
Her şey birdenbire oldu; 
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan; 
Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire. 
Yemiş birdenbire oldu. 

Birdenbire, 
Birdenbire; 
Her şey birdenbire oldu. 
Kız birdenbire, oğlan birdenbire; 
Yollar, kırlar, kediler, insanlar... 
Aşk birdenbire oldu, 
Sevinç birdenbire.

Orhan Veli Kanık.


Bazen orada öylece durup duruveren biri iken yaptığınız ya da yapmadığınız bir şey veya söylediğiniz ya da söylemediğiniz bir söz yüzünden sizi bile şaşırtan bir şekilde, bir anda çok yücelip, çok da düşebiliyorsunuz. Ama bunların hiç birisi Orhan Veli'nin dediği gibi birdenbire oluvermiyor sanırım.Tıpkı bir pistte akşamdan sabaha 100K kadar koşmaya karar verip de birdenbire koşabilmek gibi. Belki dünya üzerinde bunu yapabilecek güçte, yetenekli insanlar vardır ve onlar için bunu yapıvermek gerçekten birdenbire olabilir ama en azından benim için böyle olmadığı kesin.
Sadece 100K'ya özgü kısmı okumak isteyenler tombul teyzem... kısmından devam edebilir.

Koşmak en hafifinden endorfin bağımlısı olmak demektir...
Uzun zamandır uzun uzun koşabilmenin hayalini kurup duruyorum ve biliyorum ki yaşıma rağmen yolun daha çok çok başındayım. Bu hayali gerçekleştirebilmenin anahtarını bana ultramaratonlar verdi. Maraton koşularımın uzun koşabilmek adına sağladığı tatmin bir noktadan sonra sınırlı bir hal aldı. Eğer aklınızın köşesinde daha uzun süre koşabilmeyi başarmak gibi bir hedef varsa mutlaka içinize düşen bu kıvılcımı harlandıracak bir uğraş içerisine giriyorsunuz. 
Yaklaşık üç yıl kadar önce henüz daha ultramaratonlar koşmamışken arkadaşım Elif ile birlikte gece boyu sürecek bir koşu planlamayı, hatta bunu en uzun geceye denk getirmeyi bile düşünmüştük. Çokta antrenmanlı olmadığımız için kendimize güvenememekle birlikte içimizde bunu gerçekleştirmek ile ilgili bir kıvılcım oluşmuştu. Haziran ayındaydı ve daha gece yarısı olmadan bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlamış ve her ikimizin de planlarını suya düşürmek ne kelime, yüzdürmüştü adeta. O gün için Eymir'de yapmayı düşündüğümüz bu koşu gerçekleşmediği için çok üzülmüştüm. Sonrasında bunu bir daha  ağzımıza hiç almadık ve denemeye kalkmadık. Üzerinden geçen iki yılın ardından kademeli olarak ultramaratonlar koşmak için 2019 yılını ince ince planladım. 35K'dan 65K'ya kadar varan bir yıllık hedef belirledim. Ardından gelecek sene de daha uzunları planlayarak belki de bir yurt dışı yarışı ile koşularımı taçlandırmayı düşündüm. Eğer 100K dan daha uzun koşmayı hedefliyorsam bunun bir kısmının akşamdan sabaha kadar yani gece boyunca olacağı açıktı ve tünelin ucundaki ışık artık daha  da yakındı. 

İlham Kaynakları...
Alanya ultra ve İznik ultra yarışlarından sonra Bakiye Duran ve Aykut Çelikbaş'ın yazmış oldukları kitapları okudum. Her ikisinin de oldukça ilham verici olduğunu söylemeliyim. Bu kahramanlar sanki ultramaratonların yazı ve turası gibiler. Cinsiyetleriyle, hayat hikayeleriyle, spor geçmişleriyle hatta kitaplarının baskı kalitesiyle bile. Ama ikisi de yaptığı işe aşık ve tartışmasız önderler. 
Aykut'un kitabını okurken daha önce okuduğum Barselona 24 saat yarış raporu tekrar aklıma geldi ve o an kendime şunu sordum. Acaba akşamdan sabaha kadar koşma işini pistte mi denesem, yapsam? İşte o an söndüğünü zannettiğim kıvılcım yeniden alevlendi ve sonrasında başka bir şey düşünemez oldum. Nerede, nasıl, hangi destekle, ne zaman gibi sorular aklımda uçuşup duruyorlardı. Bunu en son Ankyra ile bir araya geldiğimiz bir yemekte arkadaşlarıma söylemeyi düşündüm ama grup içinde yarış haricinde ekstra planlar her zaman delilik ve plansızlık olarak algılandığı ve hatta bir çok kez birbirimize söylediğimiz ve en büyük korkumuz olan "sakatlanabilirsin", "zor olacaktır" vs. vs. gibi sözlerini sanırım duymak istemediğim için beni en çok anlayacağını düşündüğüm koşu arkadaşlarımdan bile yapmayı düşündüğüm şeyi paylaşmaktan imtina ettim. (Lütfen beni itirafım için affedin.) 

Gelde açıkla...
Bayram tatilinden önceki son cuma günü, öğle yemeğinde şirket psikoloğumuz ile sohbette bayram tatilinde uzun bir koşu yapmak istediğimi, kabaca nasıl olmasını istediğimi ve koşu sırasında her şeyin yolunda gidip gitmediğini anlamak için de kendimce bir takım tedbirler alacağımı söyledim. Sevgili Gizem acaba o anda neden bahsettiğimi tam olarak anlayabilmiş miydi? İş çıkışı Dr. arkadaşım Fevzi ile eve dönerken ona da bayramda akşamdan sabaha kadar sürmesini istediğim bir koşu denemesi yapacağımdan bahsettim. Aileden kimsenin henüz bilmediğini ve bu düşüncenin onlara fazla gelebileceğini, tedirgin olmalarını istemediğimi söyledim. Konu orada kapandı. 
Hani anne babalar en son duyar ya! Gerçek anlamda en son duyan olmadı ama içeriği, tam olarak ne olacağı netleşmiş koşu işini tatile başlamadan kısa bir süre önce eşime de söyledim. O da biraz benim gibi ketum davranıp son ana kadar aileden kimseye bir şey söylemedi. Küçük küçük dillendirişlerimle ne söylediğimi kulaklarım duysun isitiyordum ama bu gün baktığımda dışarıdan bu kadar gizli kapaklı iş yapıyor gibi görünmesinin nedeni kendi içimde de yaşamaktan korktuğum başarısızlık (DNS-DNF) hissi idi. Ya başlama cesaretini gösteremezsem? Ya bitiremezsem? Kimse bunlar için benden bir açıklama istemese bile dönüp bunu açıklamak zorunda kalmamak için son ana kadar emin olmadan kimseye bir şey söylemek istemedim. Bu davranışım ile ilgili ayrıca sevgili psikoloğumuz Gizem ile bir ara başarı şemalarımı çalışmalıyız belki. ;-) 

Al sana koşu...
Düşündüğümü gerçekleştirmek için Ramazan Bayramı tatili imdadıma yetişmişti. Herkes tatili nasıl geçireceğini planlarken ben  Burdur'da pistin sabaha kadar açık olup olmadığını merak etmeye başlamıştım. Toplamda dört gün kalacaktık ve bu koşuyu yapamazsam belki yine uzun süre bir adada mahsur kalmış gemi bekler gibi aynı fırsatın gelmesi için beklemek zorunda kalacaktım. 
Bir şeylerin ters gitmesi ihtimaline karşı süreci zihnimde üç etaba bölüp hepsini ayrı ayrı yönetmeye çalıştım. 

  1. Koşu sırasında yeme-içme için gerekli olanlar ve nasıl yönetilmesi gerektiği, 
  2. Giyilecek kıyafetlerin hava ve üşüme durumuma göre neler olması gerektiği ve 
  3. Tabi ki en önemlisi sürekli dönüp durmak zorunda kalacağım pistin üzerinde iken sağlık ve mental durumumun koşuya devam etmeye yeterli olup-olmadığını anlayabilme kabiliyeti.  
Yeme-içme için gerekli olan malzemeleri açık olan marketlerden aldım. Listede neler vardı ilerde değineceğim. 

Koşu için iklim bana oldukça yardımcı oldu diyebilirim. Hava hafif esintili idi. Günlük ortalama sıcaklık tahminleri gündüz en yüksek 30 gece ise en düşük 11 derece civarında görünüyordu. Bu mevsimde tatlı bir rüzgar pek beklendik bir şey değildi ama hem yağmur yağmasını hem de havanın fazla nemli olmasını engellemişti. Yanıma; 

  • üç adet yeni koşuya başlıyor hissi versin diye faklı renklerde kısa kollu tişört, 
  • bir adet uzun kollu termal içlik, 
  • bir adet uzun kollu UV+40 korumalı sörfçü tişörtü, 
  • iki adet biri ince diğeri kalın çorap, 
  • iki adet ikisi de Mizuno (Sayanora ve Hitogami) marka ayakkabı, 
  • bir adet bandana, 
  • bir adet uzun yazlık tayt, 
  • iki adet şort, 
  • bir adet uzun yazlık  eşofman altı, 
  • bir adet polar benzeri kalın üst ve 
  • bir adet rüzgarlık aldım. 

Hepsini özenle drop-bag gibi bir çantaya doldurdum. Bu kısım tamamdı. 

Koşu sırasında en zor olan şey kendini bilmek ve tamam mı devam mı kararını verebilmek. Bu nokta çok önemliydi çünkü akşamdan sabaha sürecek bir koşu en az on saat demekti ve bu sürede kendi kendimi değerlendirmem gerekiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam yine Aykut'un bir raporunda okumuştum bir yarışında hafif bir mide sorunu ile başlayan problemi yarışa devam etme isteği ardından giderek büyüyor ve sonrasında hafif bir bilinç kaybı ile gözlerini hastanede açıyordu. Kimse de benden bu kez zorunlu malzeme listesi, sağlık raporu istemeyeceğine göre bu noktada dikkatli olmalıydım. Ama nasıl? Beni asıl endişelendiren noktalardan bir tanesi de geçirmekte olduğum idrar yolu enfeksiyonu idi. İşleri daha da kötüye götürebilirdi. Son antrenmanlarda arkadaşlarla da konuyu konuşmuştuk. Bir kaç gün önce kum dökmeye başlamış ve ardından gelişen enfeksiyonla baş etmem gerekmişti. Burdur'a gitmeden önce sonuç testlerle de kesinleşince ilaç kullanmam gerektiği ortaya çıktı. Bu belki de bütün planladığım şeylere veda etmek anlamına geliyordu ve bir karar vermek zorundaydım. Eşimin de tüm ısrarlarına rağmen kullanmak zorunda olduğum ilacın özellikle kas iskelet sistemi üzerindeki olası olumsuz etkilerini bahane ederek tedaviyi reddettim. Şikayetlerimin sıklığı ve hayat kaliteme bakarak inisiyatif kullanıp ilaca koşu sonrasında başlama kararı aldım.   
Koşu sırasında durumumu değerlendirecek ve gerekirse hiç riske girmeyecektim. Bunun için bol sıvı yüklemesi yapmaya, cildimin kuruluğuna ve şekil alış hızına (turgor-tonus) ve terleme oranıma bakacaktım. Ağıda kuruluk hissi, yapış yapış ve kötü tat önemli olacaktı. Baş dönmesi, görme kayıpları yada göz kararmaları önemliydi. Bulantı, kusma hissi yada bulantısız ani kusma bende değişen elektrolit seviyelerim ile ilgili uyarılar anlamını taşıyacaktı. Ayrıca mental olarak koşu sırasında bilincimin istenilen kadar açık olup olmadığını da ara ara yapmaya çalıştığım küçük toplama çıkarma hızlarından ve malzemelerimin çantadaki yerlerini doğru ve hızlı hatırlayıp hatırlayamadığıma bakarak kısmen karar verecektim.

Sabah ziyaretler bitip ortalık biraz yatıştıktan sonra bayramın ilk günü akşam yemeğinden sonra koşuya başlamayı planladım. Koşu arkasından işe gitmek zorunda olmayacağım için rahat olabilirdim. Böylece ertesi gün uzun uzun dinlenebilirdim. Yiyecek-içecek torbasını, giysi torbasını ve ayakkabı yedeğini alıp piste gittim. Pist evden sadece beş yüz metre ileride idi. Ayrıca evin camından pist alabildiğine koşanlar da dahil görülebiliyordu. Bu oldukça güven verici. Hemen eve ulaşabilirdim ya da onlar bana destek olabilirdi.  
Saat 20.23'te koşuya başladım. İlk 42K'yı 05:30 km/dk hızında bitirmeyi hedefliyor ardından gelecek kilometreleri ise 06:00 km/dk ya da daha düşük hızlarda koşarım diyordum. Oysa işlerin yolunda gitmeyeceği daha başından belli olmaya başladı. İlk 5K'ya geldiğimde idrar yapma isteği zihnen rahatsız edici olmaya başladı. İdrar yolu enfeksiyonunun tipik bulgularındandır. Beni gün içinde artırdığım su tüketimi nedeni ile çok da rahatsız etmeyen bu his koşuya başlar başlamaz çok rahatsız etmeye  başladı. Koşuya başlamadan önce saatime ayarladığım her yarım saatteki su hatırlatması adeta wc molası gibi olmaya başladı. Hızımın da  benzer sürelerde olmasıyla bir iki istisna dışında sanırım altı kez falan wc'ye gittim. Bu hisse dayanmak ve alışmakta çok zorlandım. Bu güne kadar koştuğum ultramaratonlar dahil bir kez olsun wc molası vermek zorunda kalmamıştım ve bu hisle başa çıkmak çok zorlayıcı idi. Bir yandan da kaybedeceğim sıvıyı yerine koymak hatta yaşadığım enfeksiyon nedeni ile fazlasını almak zorundaydım. 
Bu hissiyatla ilk 10K bitti. Yorgun değildim ama zorlanıyordum. İkinci 10K da benzer durumda geçti. 20K'da bir mola vermeyi planlamışken mola sıklığı her 5K'ya düştü ve bu planda yoktu. 20K'dan sonra her kilometre benim için rekordu çünkü daha önce pistte bunun üzerinde koştuğumu hatırlamıyordum. Etrafta insanlar da olduğundan gece başlayana kadar koşmanın kolay olacağını düşündüğüm için müzik dinlemek ya da başka bir şey dinleme ihtiyacım olmaz diye düşünmüştüm ama 25K'da yanıldığımı hissettim ve yanımda getirdiğim kulaklığı takarak daha önce yarım kalan kitabımın bölümlerini son 10K'ya kadar dinledim. 30K'da çok yorulduğumu hissettim. İşler iyiye gitmiyordu. Bir türlü kilometre sayma işinden zihnimi uzaklaştıramıyordum. Başta her 10K'da anı niyetine kısa videolar çekmeyi düşünmüştüm  ama bu bile zor ve zaman kaybı gibi geldiği için ilk videoyu 30K'da çektim. (Maalesef videoları buraya yükleyemedim.) Wc, su, yiyecek molası derken bitkin bir halde 40'yı zor tamamladım.  Enfeksiyonun beni zorlaması dışında fiziksel hiç bir problem yaşamamama rağmen koşuya mental olarak konsantre olup devam edemedim. 

İlk denemenin Strava verisi.Bakınca işlerin pek iyiye gitmediği ortada.
Koşuyu bırakırken 42.21K yapmamayı özellikle istedim. Çünkü DNF hissini yaşamam gerekiyordu. Mesafeyi küçümsemekten değil bir kere daha denemek için kendimde bitmemiş hissini yaratmak için. Buna da bir video çektikten ve kısa bir dinlenmenin ardından koşuyu bıraktım. Büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Çok mu basite almıştım, sağlığım bu kadar kötü müydü? Hava mı çok sıcak geldi? Fazla su içip güç kaybı mı yarattım? Belki de yatakta olmam gereken zamanda koşmak sandığım kadar kolay değildi. Sandığım kadar iyi konsantre olamıyordum belkide. Gece koşmaya devam edeceğimi düşündüğü için eşim piste gece bırakırsam eve girebilmem için evin anahtarlarını getirmişti. Ona bırakma kararımı açıkladım ve birlikte eve döndük. Sabah kahvaltı da aileye aslında ne yapmak istediğimi ve olmadığını, bu işin sandığım kadar kolay olmadığı anlattım. Şaşırmış olmakla birlikte 40K koşmuş olmamı bile hayretle karşıladır. Tüm gün boyunca camdan pist bana baktı. Ben piste... Acaba bu gemi de mi kaçmıştı?...  

It ain't over till the fat lady sings*. (Tombul teyzem türkü çığırmadan iş bitmez.)
Amerikanya'da konuşma dilinde kullanılan bir atasözüdür. Halen devam etmekte olan bir olayın sonucunu bilmenin varsayılmaması gerektiği anlamına gelir. Bir olayın mevcut durumunun geri döndürülemez olduğu varsayımına karşı uyarır ve olayın nasıl ve ne zaman biteceğini açıkça belirler. Bu ifade en çok organize spor yarışmalarında, kullanılır. (*Kaynak: Wikipedia.) Tabi ben orijinal çevirisini espri için biraz çarpıttım. Orjinali "Şişman kadın şarkı söylemeden opera asla bitmez."
İlk denemeden sonraki hissiyatım aynen böyle idi. Böyle bitemezdi. Neler, neden kötü gitti hemen masaya yatırıp bu tatil aralığında bunu bitirmeliydim. İlk denemenin üzerinden bir gün geçmişti ki yeniden denemeye karar verdim. Kötü giden şeyler üzerinde düşünüp hazırlıkları hepsini baştan yaptım. Yiyecek listemi gözden geçirip yeni şeyler ekledim. 

  • iki adet büyük Snickers, 
  • orta boy patates cips, 
  • 350 ml Cola, 
  • iki adet Beypazarı sade soda, 
  • iki adet farklı marka tuzlu çubuk kraker,
  • iki adet farklı içerikte Züber, 
  • küçük boy tuzlu fıstık, 
  • iki adet orta boy muz, 
  • bir adet gofret ve 
  • bir buçuk litre su aldım. 

İlk başından beri jel ve tuz tabletlerini tatile çıkarken evde unuttuğum için koşu boyunca hiç kullanmadım.
Saat 20.10'da koşuya sanki daha önce hiç koşmamış gibi, pace olarak da 06:00 km/dk başlangıç ve 50K dan sonra 06:30 km/dk'lara kadar gerilemeyi hatta 07:00 km/dk'ya bile razı olmayı kafama koyarak başladım.  İlk koşuda her 20K'da durup beslenme ve ihtiyaç molası ile yola çıkmıştım ama görülüyordu ki bu aralık yaşanan sağlık sorunu nedeni ile fazla uzundu. Bu nedenle araları her 5 kilometrede bire indirip sabitledim. Fazla zaman kaybı yaratsa da bu aralar beni dinlendirecek ve hem hızlıca bir şeyler atıştırmamı hem de wc işini halledebilmemi sağlayacaktı. İşin  belki de başından beri yönetmesi en zor yanı bu oldu. Neredeyse on sekiz kez wc ye gittim. Önemli olan hız ne olursa olsun akşamdan sabaha devam edecek on saati tamamlamak olduğu için artık buna takılmıyordum. Ne kadar koştuğuma ve neden dönüp durduğuma asla takılmadan bunun etkisini hafifletecek şeyler yapmaya çalıştım. Her 20K'da pistte dönüş yönümü değiştirdim .Ayakkabı ile üst baş da dahil kıyafetlerimi yeniledim. Bu bana her seferinde koşuya daha yeni başlamışım hissi verdi. Pistte koşarken koşulan kilometrelere takılmak anladığım kadarı ile en büyük tuzaklardan biri. Çünkü bu zamanın adeta yavaşlamasına neden oluyor. İkinci denemede daha çok zamanı kendime hedef aldım. Kaç kilometre olursa olsun on saat koşulacak ve hiç bir şey için acele etmeme gerek yok diye düşünmek en rahatlatıcı geleni oldu. 
Garmin Fenix5 %75 şarj ile ancak 80K dayandı.
Aralardaki hız düşüşleri her 5K da verilen wc molalarını gösteriyor.
Müzik ilk 20K dan sonra yine çok yardımcı oldu. Aslında koşularımda kitap ya da müzik dinleyen biri değilimdir ama bunu son zamanlarda adet edinmeye çalışmıştım ve çok işe yaradı. Kimler geldi kimler geçti sahneden. Keith Jarrett, Jan Garbarek, Metallica, Tchaikovsky vs. vs. 
Beslenme uzun koşuların olmazsa olmaz en önemli kısmı. Koşu sırasında çay, kahve ya da çorba gibi sıcak hiç bir içecek içemedim. Hazırlaması da bulundurması da zor olacaktı. O işlere girmedim.  Ama olsa idi özellikle sabaha doğru mükemmel olurdu. Sadece kuru gıdalar yiyebildim ve bunlar bir zaman sonra çok keyifsiz hal alıyor. Her molada dönüşümlü olarak birinde tatlı yediysem, diğerinde tuzlu yemeye gayret ettim. Ama miktarlarını elimdekilerin yetip yetmeyeceğini bilemediğim için abartmamaya çalıştım. 
Geriye kalan 20K için Strava destekli cep'ten yardım aldım.
Burada da her 5K'da duraksamalar oldukça net görülüyor.
Hep duyarım uzun koşulardaki yaşanan mide sorunlarını. Ben hiç yaşamadım. Ne bulantı, ne kusma. Bu koşu da dahil hiç bir zaman olmadı. Benim için beslenmede yeni olan iki şey cips ve Cola idi. Bu ikisini normal hayatta hiç tüketmem. Ama nasıl bir şey ise arkadaş bana inanılmaz iyi geldiler ve her yudumda çok zinde hisettirdiler. Cola'yı ultramaratonlarda deneyimlemiştim ve iyi geldiğini hissettiğim için bu kez yanıma almıştım. Bol şeker ve sanırım kafein İşe yaradı. Cipsin tuzlu ve yağlı oluşu hem enerji hemde elektrolit açısından iyi bir tercih oldu ve beni rahatlatmış olabilir. Özellikle gece olunca etrafta başı boş kedilerin dolaşması nedeni ile yiyeceklere dadanacaklar korkusundan her seferinde yiyecekleri torbanın içinden çıkarıp tekrar tıkıştırmak tam bir işkence halini aldı. Bunu yirmi kez yapınca pes dedirtti. Suyum tabi ki yetmedi. Ama pist içindeki şebeke suyunu kullandım ve bir buçuk litrelik şişemi iki kez daha doldurdum. Her 40K da bir soda içtim. Soda, kola ve suyu toplayınca yaklaşık altı litre kadar sıvı almışım. Buna karşılık 80K'dan sonraki wc molalarımda hissiyata rağmen hiç bir şey yapamadım. Yani bu sıvı bile yetmemişti anlaşılan. Bir ara 40K'dan sonra nabzım hızla 160'lara doğru yükseldi. Eyvah dedim galiba enerjim bitiyor ve yine bitmeyecek bu koşu ama baktım ki hem farketmeden hızlanmışım hem de acıkmışım. 45K molasını bu nedenle yaklaşık 15 dakika kadar verdim diyebilirim. Sonrasında nabız da enerji de yükselince 10K mola vermeden devam ettim. Bir seferde molasız en uzun koşu kısmı bu ara oldu. Sonrasındaki hızlarım yorgunluğumun giderek artmasına rağmen hiç düşmedi diyebilirim. Bunu anlamakta zorlandığımı söyleyebilirim ama nasıl olduysa aynı nabızda devam ederek daha yorgunum hissi ile yaklaşık 40K daha koşabildim. Ama bırakma hissi yaratacak kadar hiç enerjim düşmedi. Koşunun ilk 40K ile 60-80K arası mükemmeldi diyebilirim. 
Saat sabah 05:00'e geldiğinde hava çoktan aydınlanmış piste bir kaç tane erkenci kuş yürüyüş için gelmeye başlamıştı bile. Son bir mola için durup saate elimi atınca veriyi kaydedip kendini kapattı. Sabaha kadar şarj yeter tahminim tutmuştu. İşte o anda bitirip 80K ya razı olmakla devam ederek koşuyu 100K'ya tamamlamak arasında kararsız kaldım. Hedef tutmuştu tutmasına ve akşamdan sabaha koşusu bitmişti ama içimdeki tombul teyze halen şarkı söylememişti. 
Zihnimi  kemiren bir başka şey  o sabah aynı zamanda bu yorgunluğun ve uykusuzluğun üzerine dönüş yolculuğu için uzun süre araba kullanmak zorunda kalacak olmamdı. Aile de en az benim kadar tedirgin olacak ve belki de yolda sıkıntı çıkacaktı diye endişelenerek erken bırakıp iki saat daha fazla uyurum diye düşündüm. Ama molamı yaptım ve devam kararı verdim. 
Zaten başından beri ultracıların hep yaptığı gibi ileride bir minik hedef koyarak sabaha kadar zihnimi oyalamayı başarmıştım. Son hedef 100K idi ve Havva'nın yasak elmayı koparması kadar yakındı. Son 20K için üst-baş, ayakkabı ve dönüş yönünü son kez değiştirerek koşmaya başladım. İlginçtir en zorlandığım kısım da bu oldu. Hava aydınlandı, etraf cıvıl cıvıl ama sıcak bir o kadar rahatsız edici olmaya başladı. Şapka almayı düşünememiştim. Bandana ise pek işe yaramadı. Hızı sabit tutarak nabzı arttırmadan devam ettim. Yorgun hissetmeme ve her 5K'da mola vermeme rağmen son 20K'da toplam mola sürem 5 dakika kadar olmuş. Oysa ilk 80K'da 1 saat 57 dakika kadar mola vermişim. 
Nihayet son 20K da bitti ve son turda eşim "ne yaptın?" diyerek piste geldiğinde "100K için son tur" dediğimi duyunca çok şaşırdı. Hedef iki gün önce denenip başarılamamış, 40K koşulmasına rağmen bir gün sonra yeniden denenmiş ve bu kez fazlasıyla tutturulmuştu. 
Toplam Süre ve mola zamanlarının tablosu.
Strava kayıtlarında dediğim gibi her koşucunun aklında bir süre ve zaman hedefi var ve bunlar birer kilometre taşı. Ben benim için kilometre taşlarından birini daha halledip rafa kaldırmış oldum. Pistte 24 saat koşusu halen pek çekici gelmiyor ama hiç bir şey için asla dememeyi çok önceleri öğrendim. Belki bir gün...
Orada bulduğum bir taşın üzerine çıkarak yerden kopardığım çiçekle ve eşimin yaptığı sapı poşetten "kilometre taşı" madalyamla fotoğraf çektirdim. Hatta GPS kaydı ile pist üzerine "tuz100" diye imza bile atıp şopardım. Güzel bir anı oldu.

Evet özellikle ultramaratonlar öyle şiirlerde denildiği gibi "birdenbire" oluvermiyor. Olması için çok şeyin bir arada olması gerekiyor. Sabır, çalışma ve belki biraz da delilik pasta harcının olmazsa olmazları bence. Onu tatlı yapan şey de bu. 
Pistte 100K ya da daha üzeri her ne koşacaksanız birdenbire oluvermiyor ama koşmak için gerekli olan şeylerden neyi eksik yaptıysanız onun koşunuza vereceği zarar birdenbire oluveriyor. Hız düşüyor birdenbire, konsantrasyon kayboluyor. Pist gözünüzde büyüyüveriyor ve zaman akmaz oluyor birdenbire. Koşup zafer edasıyla bitirmek ile bitiremeyip iç sesinizle mücadeleye başlamanız da birdenbire.
Tıpkı akşamdan sabaha 100K sonunda mutluluğun ve zafer sarhoşluğunun, acılarınızın ve sabahı zor edişinizin yerini  birdenbire alması gibi...





İyi ve kötü olanlar ne idi? Bir kez daha yapmaya kalksam neyi daha iyi yapardım dediğim noktalar nelerdi?

Bu tablo bir yarış ve ya challenge (meydan okuma) peşinde olanlar için hazırlanmamıştır. Yapılan bir uzun pist koşusu denemesi ardından daha iyi nasıl olabilirdi diye sormayı hedeflemektedir. Belki birileri de çıkar günün birinde benim gibi kendi göbeğini kesmeye kalkarsa onu neyin beklediğinden az buçuk haberi olsun diyedir.
Koşu disiplini,Pace, Motivasyon,
İyi olanlar
Kötü olanlar
Daha iyi yapılabilirdi
Hedefin tutturulmuş olması
Sabırsız davranma
Uzun koşular yapılarak pist üzerinde zaman geçirmenin mantığı ve sabrı giderek daha iyi anlaşılabilir.
İkinci de daha yavaş hızda başlama
İlkinde hızlı bir tempoda başlama
Zamanla uzun koşular için doğal pace yakalanabilir. Yorgunluk arttığında ritimden faydalanılabilir.

Zaman kaybı olması açısından her 5K’da mola vermek
Sağlık şartlarının daha elverdiği bir zamanda denenebilirdi. Molalar 10K ya da 20K da verilebilir. Duraksamalar azalmış ve böylece toplam süre daha azaltılmış olabilir.
Eve yakın bir pist olması yaşanabilecek olumsuzluklar açısından destek ve yardım almayı kolaylaştırabilir.
Pistin yakın olması aynı zamanda bırakma isteği için de güçlü bir motivasyon.
Pistin konumu bir avantaj ya da dezavantaj gibi düşünerek konsantrasyon bozukluğu yaşanmayabilirdi.
Teknik ekipman,
Kıyafetlerin yeterli ve mevsime uygun olması
Her birini tek bir çantaya koymak.
Giysileri torbadan çıkarıp tekrar tekrar torbaya yerleştirmek zorunda kalmak.
Arama bulma ve giyinme esnasında zaman kaybını önlemek için alt-üst parçalar ayrı torbalara yerleştirilebilir. Ya da küçük sepet veya karton kutu kullanılabilir.
UV korumalı en az bir tane uzun kollu beyaz tişörtün olması.
Şapkamı ve güneş kremini almamış olmak.
Öncesinde hazırlanacak bir liste ile bu tür unutmanın önüne geçilebilir.
Şarjın daha erken bir sürede bitmemiş olması. Çünkü saatten pace ve nabız takip etmek daha kolay.
Saatin şarjının bitmesi.
Ne kadar koşacağınızdan  ya da bitip bitmeyeceği tahminden bağımsız şarj edilebilirdi. Belki bir yedek power bank götürülebilirdi. Ayrıca saatin kullanılmayan özellikleri pil ömrünü uzatmak için kapatılabilir.
Beslenme
Kapalı gıdaların muhafazası kolay. Özellikle tek başına yapılan aktivite de içine toz mu kaçtı, hayvan (böcek) mı girdi endişesi olmuyor.
Yiyeceklerin yeterli miktarda olmayışı. Özellikle sıcak içeceklerin yokluğu.
Termos ile sıcak içecek götürülebilir. Özellikle kapaklı (soda gibi) içecekler için açacak almayı unutmamak gerek.

Her molada yiyeceklerin açılıp tekrar poşete konması ciddi zaman kaybı.
Bu konuda zor olsa da belki destek ekip bulunabilir. Arkadaş desteği istenebilir.
Destek

Bir kontrol noktasında yapılan işlerin tamamını kendinizin yapıyor olması zaman kaybı. Ayrıca bazı şeyleri unutmak
Bu konuda zor olsa da belki destek ekip bulunabilir. Arkadaş desteği istenebilir.
Sağlık

Kendi sağlığını değerlendirmek zorunda kalmak. Uygun olmayan bir sağlık durumu ile koşuya başlamak.
Kendini yanlış değerlendirme olasılığı.
Belli aralıklarla birilerin arayarak durumu ve nasıl gittiğini sorması iyi olabilir. Sağlık şartlarının daha elverdiği bir zamanda denenebilirdi.