24 Kasım 2019 Pazar

KAPADOKYA ULTRA TRAİL (CMT)


"Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Zırhı andıran sertlikteki sırtının üzerinde yatmaktaydı ve başını azıcık yukarı kaldırdığında kubbemsi, kahverengi, yay biçimindeki sertliklerce bölümlenmiş; üstünde, tutunabileceği hiçbir şey kalmamış ve neredeyse tamamen kaymak üzere olan yorganın bulunduğu karnını gördü. Diğer kısımlarıyla karşılaştırıldığında acınacak denli ince bir sürü bacağı, gözlerinin önünde çaresizce parıldıyordu."

"Franz Kafka'nın 1812'de yazdığı Dönüşüm "metamorphosis" insanın içinde bulunduğu topluma olan yabancılaşmasını ve dönüşümü ile birlikte en yakınındakilerin bile ondan uzaklaşarak yok saymasını böcek metaforuyla en iyi ifade eden uzun öykülerinden biri."


Bu "metamorphosis" yorumunu okuduğumda aklıma bir çoğumuzun bulunduğumuz noktaya gelmek için çok çaba harcadığı ve yaptığımız antrenmanlar her ne olursa olsun zihnimizdeki hedeflere yaklaşırken çevremizin de bizden uzaklaştığı ve bizlerin de giderek Gregor Samsa gibi bunu içinde hissettiği gelmişti.


"Çok da şey yapmamak lazım" diye başlayan cümlelerin sahipleri bu sözlerin aslında kulağınızın bir tarafından girip diğerinden saniyede çıkıp gidiverdiğini bilmezler. Çünkü duymak istediğimiz bu değildir. Arkadaşlarımız, çevremiz hatta en yakınınızdakilerin  bile görmesini istediğiniz şey anlamakta zorluk çekip durdukları sizdeki bu dönüşümün olumlu yanlarıdır. 

Geçtiğimiz hafta 19-20 Ekim 2019'da Kapadokya'da Salomon Cappadocia Ultra Trail Yarışı koşuldu. Üç ayrı mesafede koşulan yarışın bu yıl 6.sı düzenlendi ve önceki yıl kısa parkuruna katıldığım yarışta bu kez orta CMT (63K) parkurunda yarıştım. 

Geçen yıl tam bu zamanlar CST etabını koştuğumda yeni trail yarışlarına hazırlanmaya başlamış ve tam da hazır olmadan parkura atmıştım kendimi. Zor geçen bir yarışın ardından kendime dersler çıkararak bu yıl için hedef yarış olarak CMT parkurunu belirlemiştim. O günden sonra da giderek artan tempoda ve arada bir çok trail yarışına katılarak iyi bir antrenman dönemi geçirmiştim. Giderek dönüştüğümü ve artık bu yarışa hazır olduğumu hissetmeye başlamıştım. Sanmışım, çünkü gerçek öyle değilmiş. (Dileyenler bu kısımdan sonra yarış kısmından devam edebilirler.)

Giriş...
Bu yıl içinde yarışa hazırlanırken ara dönemlerde bazı yarışlar koştum. Burada amaç 63K mesafesi koşabilmek için giderek artan mesafelerde trail yarışları koşmak ve aynı zaman da hızı da kaybetmemekti. 
Yıl boyunca antrenmanların çoğunu bu ekip ile birlikte yaptık.
Soldan Sağa: Suphi, Ayla, Yücel, Bülent, Pelin, Ahşan, Levent.
Fotoda olmayan, Öner ve Bekir Sıtkı
İstanbul Yarı MaratonRunatolia_2019Alanya Ultra Taurus Dağ MaratonuGordion Yarı Maratonuİznik Ultra Narlıca Maratonu_55KFrig Ultra Race RunBu yarışların bir çoğunda yaş grubu derecesi aldım. Bu bana yaptığım antrenmanların işe yaradığı ve doğru yolda olduğum hissini verdi. Giderek artan bir tempoda antrenmanlara devam ettim.


Bu kez özellikle nasıl antrenman yaptığımı detaylarıyla, volümünden ya da hızlardan bahsetmeyeceğim. Sadece hedef ve gerçekleşen tablo ile ilgili sebeplerini paylaşacağım. Sonra da bunun bana neye mal olduğunu. 
63K adından da anlaşılacağı gibi ultramaraton dünyasının orta ölçekli koşularından. Ama bu orta düzeyde antrenman yapmanız ya da önem göstereceğiniz anlamına gelmiyor. Parkura çıktıktan sonra sizi nelerin beklediğini er geç anlar ve şansınız yaver giderse yarışı bitirirsiniz yoksa gözünüzü hastanede açmak bile mümkündür. Bütün bunlara girmeden önce bu sene Kapadokya yarış organizasyonu ve brifinginden biraz bahsedip daha sonra kendi yarışımı ve olup biteni anlatmak istiyorum.

Malzeme kontrol ve brifing...
Bu yıl önceki yıldan farklı olarak internetten kayıt yaptığınız esnada size yarış kitlerinizi teslim almaya geleceğiniz gün için bir randevu seçeneği sunulmuştu. Başta orada olabileceğim saati kestiremediğim için bu kısmı pas geçmiştim. Yarış yaklaştıkça Cuma günü 17:45 şeklinde netleştirdim ve linkten işaretledim. Ne yalan söyleyeyim işleyeceğini pek sanmıyordum; ama söylenilen saatte orada olduğumda etrafa önceki yıldan farklı olarak bir düzenin hakim olduğunu gördüm. Randevulu ve randevusuz olarak ikiye ayrılan girişte gönüllüler hemen size yardım etmeye başlıyordu. Adınızı söyleyip kimlik bilginizle birlikte size hemen bir kağıt kartondan yapılma sepet veriyorlar. Sepetin içinde kuşe kağıda basılmış zorunlu yarış ekipmanlarınızın olduğu fotoğraflı bir görsel mevcuttu. Malzemeleri sepette bu resimlerin üzerine bırakıyorsunuz. Gönüllüler malzemeleri bu listeye göre eksiksiz kontrol edip size  çipinizi ve tişörtünüzü anında veriyorlar. Tabi bu sırada acil telefonlarının telefonunuza kayıtlı olduğundan da emin oluyorlar. Açıkçası bu yıl girdiğim yarışlar içinde açık ara önde bir malzeme kontrol alanı olmuş. Bu uygulamanın yaygınlaştırılması maliyeti arttırabilir; ama ciddiyetin altını da çizen bir uygulama. Benden önce gelenler de aynı duyguya kapıldılar mı bilemiyorum, belli saatlerde yoğunlaşma olmamışsa oldukça başarılı bir uygulama olduğunu söyleyebilirim.

Ankyra Ekibi. Soldan sağa. Yücel, Pelin, Ahşan, Bekir Sıtkı,
Ben, Can, Ayla, Mehmet, Eyüp, Suphi.
Burada olmayanlar Ürün ve Emre

Kit teslimi ardından hemen brif alanına geçtik. Zaten ikisi de aynı çatı altında ve geçen yılın aksine 63K brifini başından sonuna dinleme şansım oldu. Brif öncesi Ankya Spor takım arkadaşlarımızla bir yarış anısı fotosu almayı da ihmal etmedik tabi. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da brifi gürültü nedeni ile dinlemek zor oldu. Bunda organizasyonun bir kabahati yok. Bangır bangır bağırarak anlatamayacaklarına göre iş biz sporcuların brif dinleme alışkanlık ve kültürlerine geliyor. İçerideki gereksiz uğultu her yarış öncesi brifinin makus talihi sanırım. Burada üç-beş yıl bu yarışa katılan kişinin kaçıracağı pek bir şey yok belki ama ilk heyecan gelmiş ve pür dikkat dinlemeye çalışan kişiler için büyük bir haksızlık. Buradan briflerin canlı yayınlanarak internetten verilmesinin ya da mümkünse yarıştan bir hafta öncesinde video yayını yapabilen linklere yüklenmesinin bu tür engellerin önüne geçeceğini düşünüyorum. Yarışın havasını yaşamak için katılan kişilere son gün briflerde önemli noktalar sadece hatırlatmak için toplanılabilir. Her yıl katılan da katılmaz, böylece daha rafine brifler ortaya konabilir.


Ankyra ile Start-Finiş anısı. 



Brif sonrası fuar alanına geçtik ve yine Ankyra SK ile bir yarış takı anısı oluşturduk. Bu yıl oldukça geniş bir katılımla Kapadokya'daydık. Akşam yemeğinde, yarış kritikleri, kakara-kikiri ve hava tahminleri sonrası otellere dağıldık. Herkes kendi yarışı için hazırlıklarına başladı.







Konaklama...
Bu yılda geçen yıl gibi yarış start noktasına uzak bir alanda Göreme'de konakladık. Otel sahibi ile bazı arkadaşlarımızın rezervasyonları konusunda çıkan tartışmalar nedeni ile geceye huzursuz başladık. Sabah erken saatte kahvaltı alamayacağımızı daha brif zamanı öğrendiğimiz için kendimize kahvaltılık bir şeyler alıp otele dönmüştük. Otel odasına girince biraz gürültülü ve pek de konforlu olmadığını fark ettim ama buna takılacak zaman yoktu. Hostel kısmında konaklayan arkadaşları düşününce bizim odamızın daha iyi şartlara sahip olduğunu düşünüyorum. Bunu niye anlatıyorum? Benim gibi yatak, yastık takıntınız var ve rahatınıza düşkünseniz özellikle Kapadokya gibi bir yarışta konaklama işini çok önceden halletmeniz lazım. Bu dönemde konaklama yeri bulmak zor ve bu beklenmedik sorunlar yaratabilir.

Hazırlık...
Programa başlangıç tarihi olarak 16 haziranı seçmiştim. Diğer hazırlık yarışları bitecek ve nispeten yarışa odaklı çalışmalara başlayabilecektim. Hazırlığı olana 2.5 ay gibi bir süre ince ayarları yapmak için yeterli bir zaman. Yıl boyunca da bir çalışma yapılınca hedefi tutturmak çok da zor görünmüyordu. Beni endişelendiren ise bu programın arasına yıllık izin yani tatil, kızımın okulu için bir haftalık yurt dışı seyahati ve her yıl eylül sonu ekim başında planladığımız on günlük tekne gezisi de planın içinde yer alacaktı ve bu zamanlarda  da istenilen düzeyde koşabilecek miydim? 
Bu programın sorunlu noktaları burasıydı; ama ondan daha beteri birlikte antrenman yaptığımız, uzun koşuları hedeflediğimiz ekibin de yaz ayları nedeniyle ekip çalışmasını bozacak şekilde planları olmasıydı. 
Programın gidişi ilk iki hafta içinde daha volümler yüklenmemişken bile aksadı. Bunun üzerinde ben de planı olabildiğince yapmaya odaklandım, büyük koşuları atlamamak için elimden geleni yaptım. Kısa sertler ve güç egzersizleri doğalında planın tuzaklı alanlarına kurban gitti. Bütün bunlar yetmezmiş gibi tekne haftasında beni bekleyen sürpriz hastalık, yarışa iki hafta kala bütün sistemimi ve moralimi alt üst etti. Tekne kamarasında üç gün ateşli vaziyette yatmak ve sıfır antrenman yapmak sanki bir yıl boyunca biriktirdiğim ne var ne yoksa elimden alıp gitti. Geriye kalan zaman dilimi içerisinde de hastalığın artçı etkileri olan halsizlik, öksürük, çabuk yorulmalar devam etti gitti.
Ama ultralar böyledir diyebiliyorum artık. Asla tam olarak hazır olunamaz. Bunu hayattaki başınıza gelme ihtimali olan sağlık sorunlarına benzetiyorum birazda. Kalp krizi geçirme riskinizi azaltmak için egzersiz yapmanız önerilir, diyetinize dikkat edersiniz, risk faktörlerini  -sigara, stres- yönetmeye başlarsınız ve talihiniz de yardım ederse kriz geçirmezsiniz ya da geçirirseniz de savaşa hazır girmişsinizdir az hasarla atlatma olasılığınız olur. 
Bu planlama dönemi de benim için tam anlamıyla böyle oldu. Geçen yılın başında 63K koşmaya kalksam ve hazırlığım da böyle olsaydı belki hasar yani yarış anındaki sağlık durumum ve sonrasındaki bitkinlik daha büyük olabilirdi. Bu nedenle düzenli bir yıl geçirdim; ama yine de zamanın tamamını istediğim kalitede yönetememek kendi adıma kötü diyebileceğim sonucun mimarı oldu. Ben işte bu açıdan ultralara “büyüksüüün” anlamında ultra diyorum. Eskilerden anımsadığım anatomi laboratuvarlarının kapısında şöyle bir söz vardı. “Ölüler yaşayanlara öğretir” yazardı latince olarak. Ben de işte ultralara tıpkı bunun gibi “Dağlar koşanlara öğretir” diyorum artık. Koşma zamanı hesap kesim tarihidir adeta. 
Bütün bunun yanında ultranın öyle de  bir güzelliği var ki ne kaybederseniz kaybedin her koşudan kazanmış çıkarsınız aslında. Kötü atlattığımı düşündüğüm bu yarış da hazırlıkların tam olmaması nedeniyle bana acı deneyimler yaşattı ama öğrenmem için merak da yarattı diyebilirim. Dönüp elektrolitler, asit-baz dengelerini tekrar okuyarak bilgi tazelemek durumunda kaldım.

Hazırlık programın genel itibari ile içeriğini ve gerçekleşmesi beklenen volüm ile gerçekleşenleri aşağıda paylaşıyorum. Genel olarak planlanan koşunun %60 kadarını gerçekleştirebilmişim. Bu kez teknik detaylarına girmeyeceğim. Yani her antrenman, süresinden bağımsız istenilen teknik özellikte miydi gibi. Kabaca ona da %60 diyebiliriz. 


Antrenman planının başlangıcındaki hazırlık dönemi ve bu dönem için planlanan süre ve içerikleri tabloda yer almakta.


















Planın Özel hazırlık dönemi. Özellikle güç ve dayanıklılık üzerine kurulu.
Özel hazırlık döneminin ikinci kısmı volümlerin artması beklenen dönem.
Yarış öncesi ve yarış günü planları. Bu planda yarış günü mesafesi kayıtlı değil.
Planın grafikle anlatımı. Yüklenme eğrisi diyebiliriz.
Planlanan ve gerçekleşen kilometreler. Son haftaya yarış km'si dahil.
Bütün bunları ele aldığımızda yarışın bu sonuçla çıkması pek de beklenmedik bir son değil. Yarış sonucu benim için ne kadar önemli olsa da sürecin kötü gitmesini hazmetmem biraz zor oldu. Buradan çıkarttığım ilk ders hedef yarışı sonbaharda bir yarış seçmemek gerekiyor gibi düşünmeye başladım...

Yarış...
Yarış sabahı geldiğinde gece boyunca uyku ile uyanıklık arası ruh halinde kalkıp kahvaltı salonuna geçtim. Kahvaltı konusunda sayısız alışkanlık var. Kimi yarışlara aç başlıyor, kimi kallavi kahvaltı yapıyor. Ben bu denli uzun yarışlarda ikisinin arasında güçlüye yakın bir kahvaltı yapıyorum. Mümkünse yarıştan da en az iki saat önce kahvaltıyı bitirmiş olmaya  ve kahvaltıda yumurta yemeye çalışıyorum. Ancak bu kez otelin kahvaltı verememesinden dolayı başarılı bir kahvaltı yapamadım. Sürprizlere hazırlıklı olmak için evden getirdiğim müsliye süt katıp önce onu yedim, daha sonra ekip arkadaşlarım ile birlikte benim için aslında diğer yarış rutinlerinin dışında pek güçlü diyemeyeceğim bir kahvaltı yaptım. Tahmin edersiniz ki yumurta yoktu.
Hemen ardında üst baş hazırlığını bitirip Pelin'in arabasına doluştuk ve AC/DC'nin Thunderstruck parçası eşliğinde coşkulu bir şekilde yola koyulduk. Sabahın o saatinde balonlar henüz hazırlanıyor ve havayı ısıtmak için kullandıkları ısı kaynaklarından sızan ışıklar alaca karanlığı yırtıyordu. Yarışa giderken motive araç içi hallerimizin videosunu sevgili Ahşan çekti. 

Tahminlerine göre yarış sıcak bir havada koşulacaktı. Havanın mevsim normallerinin biraz üzerinde ve özellikle öğlene doğru güneşin tepede zorlayıcı olacağı şeklinde tahmin ediyorduk. Öyle de oldu.
Yarış alanına geldiğimizde büyük bir kalabalık ile karşılaştık. Oldukça coşkulu 80 ülkeden gelen bir yarışmacı grubu vardı. Anonslar, yarış için motivasyon sözleri, bangır bangır müzik  ile takın altında havaya coşku hakimdi. Başlangıç noktasında yerimizi alıp start zamanımızı beklemeye başladık. Klasik start fotomuzu da almayı ihmal etmedik bu arada.
Start takı altında klasik başlangıç fotomuz.
Ben, Bekir Sıtkı ve Yücel.
Start verildiğinde Göreme Arnavut kaldırımlarında hafif bir yokuş ile başlayan yarışın ilk kilometrelerinden itibaren yarış stratejime uygun bir şeklide kontrollü olarak yol almaya başladım. İlk defa bu mesafede bir ultramaraton koşacağım için temkinli olmayı unutmamam konusunda kendime hep içsel uyarılarda bulundum. Her yarışta olduğu gibi bu yarışta da bir yarış stratejisi tablosu hazırlayıp ara ara kontrol edebilmek için çantama iliştirdim. 


Strateji tablosu.
Daha önceki yarışlarda hep işe yaradığını düşündüğüm bu planlar bana yarışı iyi bir şekilde koşabilmek için güven veriyor. Planlama yaparken birçokları gibi ben de daha önce koşulmuş sürelere dikkat ederek bu sürelere belli yerlerde artı zamanlar, nerelerde beslenme yapsam iyi olur, nerelerde su içsem iyi olur gibi bilgileri ekliyorum. Bu kez de kabaca her kontrol noktası -Check point- (CP) için geçiş sürelerini hesaplayarak üzerine yazdım ve bu plana uygun hareket ederek başladım. Eğer her şey yolunda giderse yarışı 7 saat 30 dakika gibi bir sürede bitirecektim. Beklentilerim ve tahminlerim gerçekleşirse de bu bana yaş grubunda kürsü getirecekti.
Yarışın başlarında Yücel ile birlikte keyifle  ilerliyoruz.
İlk CP İbrahimpaşa'da
Kontrollü bir şeklide başladığım yarış için 35K Göreme CP noktasına kadar geçiş süreleri neredeyse kitap gibi devam etti. Bu noktaya kadar parkurun tamamını arkalı önlü şekilde Yücel ile birlikte koştuk. Burada biraz parkurdan bahsetmekte fayda var. Bu ilk üç CP noktasına gelinceye kadar çok zorlayıcı bir parkurdan geçmiyorsunuz. Ara ara ufak sert iniş ve çıkışlar, basit merdiven geçişleri, vadi içinde bağlar arası geçişler, elma bahçeleri, bazen kurumuş su yolları ve bunların bırakmış olduğu kumluk alanlar ile bölgenin genel arazi yapısına uygun alanların ağırlıkla yer aldığı yerlerden geçiyorsunuz. Parkuru bu noktada zorlaştıran çok özel bir şey olmamakla birlikte özellikle ıslak alanların geçişlerinde kaygan zemin nedeni ile sorunların yaşanması, kayıp düşmeler, yerlerdeki köklere takılıp sorun yaşamalar mümkün olabilir. Bir kez ağacın dalına hafif-sert bir şekilde kafamı çarptığımı hatırlıyorum. İlk üç CP'yi geçişte hiç bir sorun yaşamadan iyi bir moral ile, yorgunluk hissetmeden geçtim. Bu ana kadar parkur da benim için çok kırıcı bir gelmedi. Kısa iniş çıkışların olduğu, ara ara kumluk alanlardan da koşmak zorunda kalınan vadi içi geçişler çok zorlayıcı değildi. Bu noktaya kadar yarışın balayı anlarıydı. Bundan sonra işler değişti. Üçüncü CP'den sonra yaklaşık 38. km'de bacaklarımda bir yorgunluk hissettim. Başta küçük küçük kramplar ile başlayan yorgunluk hızla arttı ve benim için yarışın en zor anları böylece başlamış oldu. Çok kısa bir süre sonra her iki Quadrisepse güçlü kramplar girmeye başladı. Arada aldığım tuz ve magnezyum tabletlerine rağmen bu sorun giderek arttı ve hafif bir yokuşta bile hareket edemez hale geldim. Bunlar tam da inişli çıkışlı adeta Roller Coster tabir edilen bölgenin tipik yapısına sahip zemininden oluşan 3. ile 4. CP arasındaki noktada meydana geldi. Bakıldığında fazla bir yükseklik kazanımı yok; ama hızlan yavaşla, dur kalk bacaklarımı iyice perişan etti. Aslında parkur olarak burası yine kırıcı bir nokta olmamasına hatta önümde Akdağ gibi yarışın daha zorlu alanları olmasına rağmen benim için eziyetli bir kısım halini aldı. O ana kadar yolunda giden her şey birden bire tersine döndü ve bacaklardaki bu durumu engelleyemedim. Ne sabah ki enerji, ne de motivasyon. O an her şey birden bire sıfırlandı sanki. Yanımda ne tuz tableti ne de magnezyum tableti kalmıştı. Yoldan geçen yabancı bir kadın yarışmacı ızdırap çeken halimi görünce yanımda durup magnezyum  isteyip istemediğimi ve alırsam kısa bir süre sonra işe yarayacağını söyledi. Ben de teşekkür ederek aldım ve bu beni ancak bir km kadar idare etti.
Moralimin bozulmaya başlayıp ilk krampları hissetmeye başladığım anlar.
Durum sonra daha da vahim hal alacak.


Bu halde 48K CP'sine kadar gittim. CP girişine gelmeden önce tepeden aşağı inerken eşimi gördüm. Oraya nasıl gelmiş olduğunu anlamakta bile zorluk çektim. "Nasılsın?" dediğinde söyleyebildiğim tek şey "çok kötüyüm" oldu. Hiç enerjim kalmamış ve artık bacaklarımdaki ağrılardan canım çok yanar halde idi. Rodin'in Düşünen Adam heykelinden daha beter bir halde çöken adam pozisyonunda iki dirseğim dizlerde, bir sandalyenin üzerine çökmüş bir şekilde oturdum ve başıma geleni kısaca ve hızla eşime aktardım. Hesapta bu CP'ye kadar kontrollü şekilde gelecek ve burada en uzun dinlenmemi yapıp Akdağ çıkışı öncesi beslenme desteği ile zor etabı da atlatıp iniş desteği ile finişe girecektim. Beş, on, on beş dakika geçti ve ben halen kendimi iyi hissetmiyordum. Nefes kontrolü, besin takviyesi, bu kasların benimle daha ne kadar gidebileceğini hesaplamaya çalışarak uzun bir süreyi geçirdim. 38K'da ayrıldığımız ve benden önce CP'ye giren Yücel ikmalini yapıp ayrıldı.CP'ye benden sonra giren Bekir Hoca'da ikmalini yapıp dilersem bekleyebileceği teklifi ile CP'den ayrıldı. Bu arada ben çorba, tuz, soda, elma ve su desteği ile biraz olsun toparlanmakla meşguldüm. Tam olarak 25 dk kadar bekledim ve bir ara bırakmayı bile aklımdan geçirdiğim anda ki bu hissi bir yarışta ilk defa hissettim diyebilirim Kubilay ve eşimi başımda pervane ve destek konuşmaları ile biraz olsun kendimi toparlayıp yarışa yürüyerek de olsa devam etme kararı aldım. Kalan etaba başlamak için bahçede akan musluğun altında kafamı iyice ıslatıp her kese gülücükler atarak beni bekleyen kaderime doğru yola koyuldum. Bu anları Seda Tunç güzel belgelemiş. Teşekkürler kendisine.
Çavuşin CP'sinden çıkarken moral bulmuş ve biraz da olsa enerjisi yerine gelmiş halim.
Her şey yolunda olmasa da yolunda olmasını istediğimi ifade eden parmak işaretim. :)
Foto: Seda TUNÇ.
Aslında bu yarış için zorluk bu andan sonra başlıyor diyebilirim. CMT'nin en zorlu kısmı Akdağ çıkışı denen nokta ve burada koşmanız imkansız. Çok sert ve uzun sayılacak bir çıkış ile başlanıyor kalan kısma. Enerjinizi, nefesinizi korumak zorundasınız çünkü bu noktadan sonra bile sizi plato üzerinde bekleyen uzun bir in-çık düzlük ve sonrasında sert inişler bekliyor. Yorulan bacaklarım, bozulan moralim, kırılan gururumu topladığımda ancak 0,74 yapıyordu ve ben bu andan sonra artık sadece bu noktaya kadar geldin ve yarışı bitirmek daha önemli kafasındaydım. Akdağ'ı çok az kişi ile birlikte yürümek bile denmeyecek bir hızda dura kalka çıktım. Tepeye vardığımda biraz dinlenme ve ardından yine koşma denmeyecek hızlarda hareket etmeye çalıştım. Ama bacaklarım beni her defasında hızlanmamam için adeta yere çiviledi. Ağrıların nasıl geçecekleri konusunda ise en ufak bir fikrim kalmamıştı. Bu ruh ve enerji halinde hedefimden 34 dakika zaman kaybı ile Akdağ CP'sine sert bir iniş sonrası girdim. Kendimi beslemek adına bu noktada hiç bir şey bulamadığımı söyleyebilirim. Canım kola istemişti; ama kola bitmişti. Hiç bir CP noktasında biraz tuz alabilmek adına aradığım cips bu noktada da yoktu. Normalde kola ve cipsin hayatımdaki yeri sıfır. Ama bir kaç yarıştır enerji, tuz ve kafein karışımının bana iyi geldiğini keşfettim. Bu nedenle gözüm özellikle sonlara doğru belki biraz da kendimi şımartmak adına bu iki zararlı şeyi arıyor. Beynime giden kan da azalmış ve gerçeği değerlendirme yetimde de sorun olmuş demek ki bir de tuttum CP görevlisi kızcağıza magnezyum var mı, kaslarım hiç iyi değil diye sordum. Haliyle bana uzaylılar buradan geçti mi? ya da ada vapuru buraya uğrar mı sorusu sormuşum gibi baktı ve şaşkınlıkla "yok; ama yerine tuz var" diyebildi. Polat o anda olaya müdahale edip "Abi tuz ve elma ye, aynı şey. İyi gelir" dedi. Bir de Doktor'a benim için bir şey yapıp yapamayacağını sordu. Çaresiz bir doktordan daha vahim bir şey yoktur bilirim. Zavallı, garip, çaresiz hangi sıfatı kullansam bilemiyorum; ama elindeki soğutucu spreyi bacaklarıma sıkmayı ve iyi gelmesini ummayı teklif etmekten başka bir şey yapamadı sevgili meslektaşım. İşe yaramayacağını bile bile birazda dinlenebilmek için oturup spreyin sıkılması bekledim. Modern tıp da çaresiz kaldığına göre bize yine yol göründü hissiyatı ile bu CP'den de ayrıldım. Bundan sonra artık son durak finiş takı, bense artık ruhen yarıştan tamamen kopmuştum. 
Bacaklarım hızlanmama asla izin vermiyor; ama yürümeme de engel olmuyordu. Kramplar artık bu nokta da belki de yürümenin verdiği az enerji tüketimi nedeniyle hissedilmemeye başladı. Ama artık bu noktadan sonra koşmak için de kendimi hiç zorlamadım diyebilirim. Son iki CP arasında beni 42 kişi geçmiş. Bir ara minik mimik yağmur taneleri yüzüme, kollarıma bacaklarıma çarptığında hissettiğim soğukluk hissini, vücudumda karıncalanmalar başlıyor, galiba daha da kötüleşiyorum diye düşündürttü ve korktum. Neyse ki bir dakika sonra yağmur serpintisi olduğunu anlayınca rahatladım. Bu noktada şunu söylemeliyim. Aslında kendi içinde sürekli bedenini kollayan bir yanım olduğunu bu yarışta daha fazla hissettim ve zarar görmekten korktuğumu duyumsadım. Bu iyi mi kötü mü bilemedim. Belki beni sürekli sınırlıyor ve daha fazla performans göstermemi engelliyor; ama belki de tam da bu nedenle hayatta kalmamı sağlıyor. Zamanla bu hislerin nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğini daha iyi anlamalı ve kendi sınırlarını daha iyi çizebilmeli insan. Ben de bu anlamda bu yarıştan kendi adıma büyük dersler çıkardım diyebilirim.

CP'lerden geçiş sürelerim ve bu noktalardaki sıralamam.
Sonlara doğru başladığım noktaya doğru umutsuz geri evrilişimin dayanılmaz hafifliği. :)
Planlanan ve Gerçekleşen süreler arasındaki uçurum tablosu.

Ve finiş anı. Parke taşlı yolu yeniden gördüğünüzde finişe çok az bir zamanın kaldığını bilirsiniz. Sizi az ötede coşkulu bir kalabalık bekler. Yakınlarınız, kulüp arkadaşlarınız, fotoğrafçılar, yarış gönüllüleri ve madalyanız. Ben de son bir gayret hafif hızlanarak koşar adımlarla finişe girdim ve her zaman yaptığım gibi son anda gülümsemeyi ihmal etmedim. Çünkü biliyorum ki "acı geçici, anı kalıcı."

Yarışa başlarken hissettiklerim ile bitirirken hissettiklerim arasında çok fark vardı. Başlarken kendimi iyi ve favori adaylar arasında görüyordum; ama bitirebilmek bile başarı oldu. Gregor Samsa'nın akşamdan sabaha yaşadığı dönüşüm gibi, bacaklarım da koşunun ortalarında bir yerlerde onunkiler gibi acınacak derecede güçsüz, bedenime saplanmış iki baston değneğinden farksızlardı ve ruh hali olarak da kendimi böcek gibi hissediyordum. Bu yarış için o kadar hedef odaklıydım ki son zamanlarda bedenimde olan tüm değişiklikleri, sağlığımla ilgili olan olumsuzlukları ve aksayan antrenman programlarını yok saydım. Haksız da sayılmazdım tüm yıl boyunca iyi çalışmıştım ve bir iki haftanın lafı bile olmazdı. Oysa durum böyle değildi. 

İyi geçeceğini zannettiğim ultranın bana öğrettiği; yaşadığım bu dönüşüm ile toplumun size karşı hissettiği yabancılaşmayı aslında bazen sizin de kendi içinizde derinlerde bir yerde nasıl fark etmeden yaşayabileceğiniz oldu.

Ve bugün artık çektiğim acıların sonucunda kürsüye çıkmasam da benim için asıl büyük ödülün "meselenin Böcek olmakta değil Gregor Samsa olarak kalabilmeyi" anlamak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Finiş anı. Acı biter anı kalır.
Foto: Seda TUNÇ.
Bitirme sertifikası. Genelde 140.,50+'da 12.
Özel teşekkür: 
Yarışa gidip gelirken arabada bize eşlik eden Eyüp ve Bekir Hocam'a özellikle teşekkür etmek istiyorum. Hem sohbetleriyle hem de klasik müzikteki engin bilgileri ile bizlere keyifli bir yolculuk zevki yaşattıkları için. Dostlukları zaten dillere destan. Ona söz bile söylenmez.

Yarış sabahında gökyüzünü balonlarla dolu görmek müthişti.
Bir daha ki sefere bu deneyimi de yaşamak için eşim kendine söz verdi. 












































Hiç yorum yok: