3 Ocak 2020 Cuma

İDA ULTRA MARATONU (102K)

Yakın zamanda okuduğum bir kitapta* Sigmund Freud'un dansı, "romantik arzuların ifadesi ve erotik amaçlı uyarılma tekniği" olarak yorumladığından bahsediyordu yazar, bunu sığ ve indirgeyici olarak bulduğunu ifade ederek.

Freud'u eleştirmek ya da çizmeden yukarı laf etmiş demek belki bana düşmez ama insanın doğası gereği içindeki hareket etme ve bunu bir şekilde birlikte gerçekleştirme dürtüsüne direkt saldırı gibi bir anlam ifade ettiğini ortada. Hayatında hiç dans etti mi, ya da onun devrinde her dansın sonu mutlu mu bitiyordu da böyle söyledi bilemem ama insanoğlu o günden bu güne dansı da, danstan anladığını da, dansın ona kattıkları ve dansın özünde ne olduğunu da daha iyi anladığını ve bunu evrenselleştirdiğini; üstelik hiç de Freud’u destekler bir anlam yüklemediğini düşünüyorum.

Başlarken...
Benim için yılın son, önemli ve hedef yarışı olacağını düşündüğüm  Kapadokya Ultra Trail 63K yarışında beklediğim sonucu alamamış olmanın etkisi ile yarıştan bir kaç gün sonra 100K'ya yakın bir yarış koşma isteğini içimde derinden hissettiğim. Tabi bu akşamdan sabaha olacak bir şey değil elbette ama 63K'da kendimden beklenen performansı gösterememiş olsam bile yıl içerisindeki antrenmanlarımın buna yeteceğini düşünerek hemen bir buçuk ay kadar sonraki İDA Ultra Mataronuna kayıt olmaya karar verdim. 01 Aralık 2019'da Edremit'in müthiş Kaz Dağları, namı diğer efsanelere konu olmuş İDA Dağı'nda hiç hesapta yokken 102K koştum. 

Bu cümleyi yazmak beş dakika, okumak bir dakika, 102K'nın bitiş süresini söylemek ise iki saniye sürüyor. 15 saat 20 dakika. 

Tıpkı bir yolculuğa çıkmak gibiydi İDA’da koşmak. 15 saat 20 dakikalık bir yolculuk. Dile kolay bu sürede insanlar bir kıtadan diğerine geçiyor, okyanuslar aşıyor. Uzun bir zaman dilimi bu. Daha da uzun koşular var ama şuan benim için en uzunu bu. Ben İDA'da koşarken dünyada neler oldu biliyor musunuz?** Mesela milyonlarca yeni insan doğdu dünyada ve yaklaşık milyonlarcası hayatını kaybetti. Yüz binlercesi kanser yüzünden öldü. Belki de iDA’nın bu lezzetli zeytinlerinden hiç yiyemediği için açlıkla olan savaşını kaybetti binlerce çocuk Afrika’nın orta yerinde, kurak ve bakımsız bir dam altında anasının kuru memesini emmeye çalışırken. Ya da birilerinin hayalini süsledi toprağın altındakiler, üstündeki adına zeytin yağı denen sıvı altına  rağmen. Mesela binlerce yeni çift evlendi ve bir o kadarı anlamsız olduğunu düşündü evliliklerin, ayrılık kararı aldı. Kaç insan bir başka insana umut olabilmek için bir laboratuvarda saatlerini çürüttü dışarıda akıp giden ve adına dünya denen kokuşmuş düzenin parçası olmaktan kurtulamadığı için.
Ne kadar şanslıyım ki İDA’nın mis gibi havasında 15 saat harcayabilme lüksüne sahiptim. Kimimiz farkında değiliz bu mis gibi havayı koklayabilmek için sadece dışarıya çıkıp o ilk adımı atmak bile yeterli çoğu kez içine hapsolduğumuz tembel ruhlarımızı koşunun yarattığı duru bakış ile kutsamak için. Ve kimimiz daha dünden hazırız aslında başkasının elinden tutup içindeki ölü çocuk ile yüzleşmeye, hareket etmeye. Ama bir şeyler her zaman durdurur bizi ve hep bir bahane vardır 15 saat 20 dakika süren yolculuklar için o ilk adımı atmaya.

Hazırlık...
Kendime bahane üretme şansı tanımamak için tıpkı akşamdan sabah pistte 100K koşmayı deneyip de başaramadığım ilk deneme gibi 63K'da çektiğim acının yaşattığı ruh halinin ve hemen ardından gelişen sağ dizimdeki bursitin bana engel olmasına izin vermeden İDA 102K için güç ve koşu antrenmanlarına başladım. İnsan ne kadar beklentisiz olduğunu düşünse de yaşantısında yer alan bir çok şeyden ve kişiden beklenti içerisindedir. Eşinden, işinden, patronundan, annesinden, arkadaşlarından, çocuğundan, vb.
Oysa dağlar sizden sıfır beklenti içerisindeler. Sizin de yapmanız gereken koşarken ondan sıfır beklenti içerisinde olmak. Ancak o zaman onunla gerçek bir bütünlük yaşamış ve koşudan beklediğiniz mükemmelliği beklentisizliğinizle yakalamış olursunuz.
Dağlardan değil belki ama bu kez kendimden koşu sırasında daha güçlü olabilmek gibi bir beklentim vardı. Görece ince ayar yapmam gereken bu son bir buçuk aylık dönemde Kapadokya'da yaşadığım sorunun temel sebebi olarak gördüğüm güç egzersizlerinin azlığı üzerine gidecek ve volüme fazla odaklanmayarak yarışa güçlü girecektim. Hemen bir plan yapıp haftanın iki günü esneme, güç için ağırlık egzersizleri ki özellikle karın bölgesini içine alan, üst ekstiremiteleri de kapsayan ağırlık egzersizleri yapmaya başladım. Şanslıyım ki şirkette bunları yapabileceğim bir salon ve salonda bize hareketlerin teknik detaylarında her zaman yardımcı olup yol gösteren sevgili Hakan vardı. Kendisiyle de konuşup kısa sürede yormayacak ama güçlendirecek bir plan yaptım ve harfiyen uydum. Bu arada dizimdeki burşit de zamanla iyileşmeye yüz tuttu ve giderek daha acısız günler yaşamaya başladım. Bu noktada ilginç bir tespitim oldu. Bir tıp doktoru olarak bunu söylemem ne kadar doğru bilemiyorum ama herbal (bitki ve özleri, yağları) tedavi yöntemlerine her zaman kuşku ile yaklaşmış ve iyi eğitimli biri tarafından önerilmediği sürece uygulanmasının beklenmedik etkiler nedeniyle zararlı olabileceğini de düşünürüm. Geçtiğimiz yaz Karaburun'da atalık tohumlarını korumak için kendi ürettiği kantaron yağlarını satmaya çalışan ve başka bir geliri olmayan genç bir kadına yardım olsun diye  bir miktar kantaron yağı almıştım ve evde bir köşede durup duruyordu. Eşim bu yıl bitkilerin şifalı yağları ile ilgili bir eğitim aldı ve bununla ilgili bazı bilgileri benimle de paylaşmıştı. Onun da önerisi ile dizime günde sadece iki kez olmak üzere kantaron yağı, bir defa anti inflamatuar krem ve yatarken buz kompres uygulamaya başladım. Yaklaşık üç gün içinde ağrım dramatik şekilde azaldı. Her koşudan sonra bu tedaviyi de aksatmaksızın yaptım ve yaklaşık on beş gün içinde özellikle hiçbir istirahat uygulamama rağmen şikayetlerim tamamen azaldı. Tabi bu kantaronun gücü müdür bilemiyorum ama bu tip incinmelerde etkili olabileceğini kişisel olarak deneyimledim. Ama bunu halen hastalarıma standart bir öneri olarak vermek konusunda çekimser olduğumu söylemeliyim. (Özellikle belirtmem gereken nokta herhangi bir ilaç kullanmıyor ve kronik bir hastalığımın olmaması önemli bir detay. Çünkü bu tip herbal ilaçlar başka ilaçlarla etkileşime girerek istenmedik yan etkilere de sebep olabilir. Bu nedenle denemek istediğiniz bitkisel ilaçları mutlaka doktorunuza sorarak kullanmakta fayda var.)

Kayıt konaklama...
Bu yıl geçen yılın aksine yarış için kalabalık bir grup ile yola çıktık. Şirkette koşu ile ilgilenen arkadaşlarımızdan oluşan yaklaşık yirmi kişilik bir grup ile şirketin bize tahsis ettiği araç ile Edremit'e vardık. Yol boyu önceki yarış deneyimleri, hava, arazi, malzeme, teknik detaylar hakkına konuştuk durduk. Konaklamamızı da Hatuşa Otel'de gerçekleştirdik. Özellikle kayıt noktası ve 102K için finişe yakınlığı nedeni ile iki yıldır özellikle tercih nedenimiz olan bir otel. Ayrıca yarış sonrasında sıcak su havuzları ve banyolarıyla termal otel olmasının hakkını vermekte. Geçen yıl yaşadığımız sabah erken kalkmamız gerektiği için servis sağlayamadıkları kahvaltı konusunu da bu yıl aşmamız nedeniyle hatırı sayılır bir yıldız aldılar benden. Oda ve yatak kalitesi yönünden halen istenilen kalitede olmadıklarını belirtmeliyim ama. 

Brif alanı. Sevgili Polat sunumunu yapmakta.
Edremite vardığımızda brif henüz başlamıştı ve otele yerleşmeden hemen brif alanına geçtim. Sevgili Polat geçen yıl da olduğu gibi elinde mikrofon yarışın önemli alanlarını anlatmaya başlamıştı. Bu yarış organizasyonunun belki de en başarısız yönü bu brif kısmı. Koca bir spor salonunda karşıda tribünde oturan kişilere sesini duyurmaya çalışan Polat, küçücük bir yansıda uzaktan ne olduğu tam olarak seçilemeyen işaretler ve GPS kayıtlarının görüntüsü, bir yandan dinlemeye çalışan kişiler ile, "Aaa! N'abersin? Kaç koşacaksın? Ne iyi oldu seni gördüğüm" diyen sözüm ona birbirleri ile ilgiliymiş sosuyla bağıra bağıra konuşan tipler. Cık! olmuyor. Bütün bunları bir yana koydum. Geçen yılın da aynı konusu olan işaretlemelerin eksilmiş olabileceği, yollara lütfen dikkat etmemiz gerektiği, kaybolmaların yaşanabileceği. Hatta belki de en kötüsü 63K yarışı için hazırlanan GPS kayıtlarının verilerde olması gerektiği gibi olmayıp yanlış hazırlanmış olduğunun ve bilmem nereden sonra dikkatli olunarak yanlış yere sapmamaları gerektiğinin söylenmesi idi. Şunu anlamakta zorluk çekiyorum. Madem köylüler işbirliği içerisinde değiller ve işaretleri balık tutmak ve bilmem ne nedenle söküyorlar, bari GPS kayıtları mükemmel olsun. Herkesin kolunda bilmem ne saatleri var ve bu tür yarışlarda eğer zorunlu bir ekipman olarak taşınmasını istiyorsanız ekip olarak GPS verileriniz doğru demiyorum, mükemmel doğrulukta olmak zorunda. Kimse böylece ne kaybolur ne de işaretlere bağımlı kalır. Bu nokta bence gerçekten çok ama çok önemli. Daha sonra bu noktaya tekrar geleceğim ama ilk defa bu yarışta tamamı işaretlemeden kaynaklı olmasa da tam dokuz kez yol kaçırdım. Hem de acil telefonunun kullanım dışı uyarısı aldığım bir an da dahil olmak üzere.

Tam gaz gidiyoruz. Ha birazda gevezelik ederek. Bir yerlerde bi köprü olacaktı diye soruyorum Bekir hocaya.
Derken ilk Rota dışındasın uyarısı saatten. Ohoo! Epey gitmişiz.
Geri dönüyoruz. Tahmini 900 m gitmişiz diye hesaplıyoruz hayıflana hayıflana. 
Sevgili Pelin durumumuz nedir diye telefon ediyor.
Yol ayrımından dere yatağına sapıyoruz. Telefon konuşması bitiyor. Anlıyoruz ki yanlış yoldayız. 

Sözüm ona dikkatliyiz. Yav! Ne oluyor da kaçırıyoruz bu rotayı. Neyse üzülünecek  bir mesafe değil. 

Bahsedilen köy içinde kaybolma hadisesi. İşaretler eksik.
Bizi geçen hızlı ve genç bir grup aşağıdan soluk soluğa geliyor. Neyse ki biz o kadar inmedik.
Saat sağolsun. Ama olur mu ya! Rota kaybetmek nedir!

Yokuş aşağı asfaltı da bulunca biraz hızlıyım kaçırmayayım rotayı diye saate bakıyorum.
200 m önümdeki koşucu dönüp el işareti ile “Nereden?” diye soruyor. "Düz düz" diye işaret ediyorum ve basıyorum ben de.
Hızlı  mı indim ne? Evet yol kaçtı kaçmasına da işareti  göremiyorum.
Çok mu indim acaba derken saate bakıyorum. Buralarda  bir yerde. İleri geri bakınıyorum. Bekir hoca yukarıdan belirdi.
"Gel gel" diye işaret ediyorum. Sola araziye dalıyoruz uzaklardaki belli belirsiz işarete doğru.
Aşağı giden arkadaş? Bilemiyorum.? Beni affetsin.

Gece oldu. İşaret takip etmek aslında görece daha kolay. Eğer işaretler tam ise parıl parıl parıldıyorlar.
Pelin yine arıyor. “Abim naaptınız?” Enerjimiz tam. İyi olduğumuzu söylüyoruz. Bir kaç dakika gevezelik iyi geliyor.
Bol şans dileyip kapatıyor.
Yol yine kaçmış. Köye mi inecektik ne?..

80 CP noktası. Enerji de sabır da bitmiş. Kaçırılan yollar yüzünden CP noktalarının tam kilometrelerini
tahmin etmekte zorlanıyoruz. Bir yerlerde olmalı bu CP. Gidiyoruz. Saat alarm veriyor. Rota dışındasın.
Peki nerede bu CP. Göğüs numarasındaki acil tel’i arıyoruz. “Bu numara hizmet dışı” uyarısı alıyoruz. Nasıl ya!!!
Geri dönünce işaret gözümüze çarpıyor. Tırmanıyoruz. Buluyoruz CP’yi. 

Dikkat dağınık, işaretler az. Sonuç kaçınılmaz. Mesafeyi ne kadar uzattığımıza takılmaktan vaz geçtik artık.
Ultranın günahı yoktur. Ya az kaybolursun ya da çok. Aradaki tek fark budur. 

Artık enerji bittiği için bir an önce finiş  noktasına gitmeye çalışıyor zihin.
Gözümüz yoldaki işaretleri görmez oldu. Son yol kaçırış finişe çok yakın.
Ne güzel kaptırmış iniyorduk asfaltta. Araziye girecekmişiz ufff! modundayız.
Tepemize tepemize gökyüzünde çakan ışıklara doğru döndürüyoruz rotayı. Hayırdır diyerek.


Yarış...
Start alanına giderken.
Soldan Alp Eren, Bekir Hoca, Ben, Eyüp
Yarış için Güre Spor Salonu önünden kalkan otobüslere biniyorsunuz ve sizi start alanı olan Yeşilyurt'a götürüyorlar. 102K ve 63K'cılar birlikte start aldığı için otobüslere birlikte binmelisiniz. Sabah saat 6:00 gibi otobüsler hareket ediyor ve yaklaşık yarım saat sonra start alanına varıyor. Otobüste giderken yanımda Alp Eren, Eyüp ve Bekir hocalar var. Sabah sabah goy goyun bini bi para. Starta vardığımızda köy meydanında köy kahvesinde bir çay içmek ya da yarış öncesi son kez tuvalete gitmek için yanınızda para olması önemli. Bu yıl bu detayı atladığımız için diğer yarışmacılardan para istemek durumunda kaldık. Ortam her start öncesinde olduğu gibi adrenalin ve Bengay kokuyor. Kimi son hazırlıklarının derdinde, kimi favori adaylar olarak yeni tanışılan yüzlere hafif gururun verdiği etki ile tebrik ve övgülerden duyduğu memnuniyeti göstermekte yüzündeki esrimeyle. Ama herkes büyük bir dostluk içinde. Kısa bir süre sonra start takının altında yerimizi alıyoruz.  O an aklıma sabahın köründe mikrofonla bangır bangır ses çıkaran bizleri acaba köylüler nasıl karşılıyorlardır diye takılıyor.  Zira etrafta bu sesin çağrısına gelmiş coşkun bir kalabalık falan da yok. Bunlar işaretleri sökmesin de kimler söksün diye geçiriyorum içimden.;)

Yarışa gelmeden önce, daha kayıt bile olmadan Bekir hocayı benimle koşması için ikna etmeye çalıştım. Tabi çok kolay olmadı Eyüp'ü de devreye sokarak ve bir sürü rüşvet teklif ederek ben diyeyim kandırdım siz deyin ikna ettim. :) E! Kolay değil ben yine biraz çalışıyorum ama onun normalde aklında hiç 100K koşmak bile yoktu ve hadi gideyim 100K koşayım geleyim demek de öyle kolay iş değil. Takın altında birazdan doğacak güneşe merhaba diyecek ve doğan güneşle Horatius’un sözlerini bana okuyacak mutlu ifadeyi yakalıyorum Bekir hocanın yüzünde.
Neden bir arkadaşla koşmak istiyordum. Çünkü bu benim için ilk 100K olacaktı ve burada başınıza gelebilecek her türlü şeyde size destek olabilecek bir dosta çok ihtiyacınız olabilir. Bu yolculuk kolay değil. Özellikle gece etaplarında sizin yanınızda birisinin olması güvence duymanızı ve koşuya daha fazla odaklanabilmenizi sağlıyor. Özellikle bu yarışa hazırlanırken de daha önce gece hiç koşmadığım için Ankyra SK'dan arkadaşlarla iki kez uzun gece koşusu yaptık. Daha küçük gece koşularında ekipmanımı test etme şansım ve yeterli olmadığını düşünerek yeni bir kafa lambası alıp bunu da deneme şansım oldu.
Saat 7:00'de start verildi ve bizler günün ilk ışıklarına kadar yaklaşık bir saat kadar tepe lambalarımızın eşliğinde hemen dik bir yokuşla başlayan ultra maratonumuza başladık. Yaptığımız planda eğer her şey yolunda giderse 14 saat 26 dakika, beklenenin dışında giderse 15 saat, her şeyin aksi gittiğini düşünürsek da en kötü 15 saat 46 dakikada bitirebiliriz diye planlamıştık. Ancak bunlar elbette kaba saat hesapları ve yarış daha başlar başlamaz da aksiliklerle gidip beklediğimiz sürelerde bitmeyebilirdi. Neyse ki bu olmadı.
Yarışın büyük bir kısmı gayet güzel bir havada koşuldu. Hatta mevsim normallerinin üzerinde bir sıcaklıkta üşümeye yer vermeyecek bir havada, kuru diyebileceğim bir zeminde koşuldu. Bir önceki yıl herkesin tatlı kabusu olan dere geçişleri bile su seviyesinin azlığından köprü üstünden geçilerek oldu. Bu sene yarışın ikonik görüntülerene sahip o anlar yaşanamadı maalesef.
Yarışta yedi ayrı kontrol noktası var ve bu noktalar için belirlenen  zaman hedefleri bizi çok zorlar nitelikte değildi. Hatta oldukça yeterli zaman dilimleri konmuş diyebilirim. Burayı koşmak isteyen biri için zorlanmadan bitirebileceği zaman dilimlerine sahip.
Yarışın parkurundan bahsetmek gerekirse ağırlıkla zeytinlik alanların içinden geçen toprak yollar, köy içerindeki asfalt ve Arnavut kaldırımı taşlı yollar, yer yer hafif çamurlu ve taşlık alanlar ile çok zor olmayan stabilize inişli çıkışlı yollardan oluşmakta. Teknik anlamda çok zor bir parkur diyemem ama uzun koşmaya alışık olmayan kişiler için özellikle yarışın 60. kilometresindeki kısmen sert çıkış ve 80. CP'sine varmadan önce ard arda iki sert çıkış sabırları zorlayıcı olabiliyor.
Parkurun profili ve CP noktaları
Özellikle 70K da yorulmuş ve karanlığa kalmışsanız burası biraz üzücü, kırıcı olabilir. Parkur doğası gereği Milli Park sınırına yakın alanlardan geçiyor.  Brifde vahşi hayvan varlığından (Ayı, Tilki) ama bu mevsimde bölgede olmayacağından bahsedilmişti ki aynen öyle oldu. Gece kararlığında karşı karşıya kalabileceğiniz tek tehlike belki başıboş köpekler olabilir ki buna da rastlamadık. Beni de gece koşarken en çok korkutan şey sahipli köpeklerdi ama organizasyon sanırım bu konuda ciddi bir çaba sarf etmiş olmalı ki bir tane bile denk gelmedi. Ama ara ara etraftan, hatta bir evin yakınından geçerken akşamın karanlığında birden bir çitin arkasından bitiveren köpek havlamalarının gelmesi sizde şok etkisi yaratabiliyor. Ama temelde karanlığa kalmanızda bu parkur için korkulacak bir şey yok.
Etap etap parkuru anlatmak ve detaylarına girmek isterim ama çok uzun bir koşu raporu olur bu nedenle etaplar arasında benim en çok dikkatimi çeken ve nelere dikkat ettim noktasına vurgu yapmak sanırım daha iyi olacak.

Start-Finiş arası...
Başlangıç ile birlikte hafif bir yokuş sizi bekler bu parkurda. Sabah 7:00 itibariyle güneş doğmadığı için yaklaşık bir saat kafa lambası ile gitmek zorundasınız. Bu sene gece koşusu için antrenman yaparken teknik ekipmanlar konusunda biraz araştırma yapıp yaklaşık 8-10 saat sürebilecek bir gece koşusu için kafa lambası edinmeye çalıştım. Bir çok marka var ama bence fiyat performans ve ihtiyacı karşılama oranı olarak Decatlon'da satılan Forclaz marka  400 lümenlik kafa lambası açık ara en iyisi. Bir kere ucuz. Çok hafif diyemem ama kendi bataryası haricinde pil takılabilen bir ekstra aparatı ile kullandığınızda daha hafif ve bu aparatın olması da müthiş bir avantaj.
Forclaz Trek900 (400 lümen) 
Özellikle 50K üzerinde bir ultra için zaten kafa lambası ve yedek pil zorunlu malzemeler listesindedir. Bu iki ihtiyacı da karşılamış oluyor böylece. Ayrıca yanınıza sadece yedek pil de alarak ya da drop-bag noktasına pil koyarak da lambanızın kullanım süresini artırabiliyorsunuz. 30, 80, 200 ve anlık 400 lümen ışık verebiliyor. Ultra gece koşusu için bence 80 lümen yeter de artar bile. Bu lümende pil ömrü 8 saat ve 30 metreye kadar önünüzü rahatlıkla görebiliyorsunuz.. Bazı modeller koşu sırasında şarj edilebiliyor ama bu ürünün böyle bir özelliği yok. Sanırım su geçirmez özelliğini bozmamak adına şarj yuvası lambanın iç tarafında kalacak şekilde tasarlanmış. Ekstra bir batarya alınabiliyor mu bilmiyorum ama bu da internetten kısa bir araştırma ile öğrenilebilir. Bana mevcut özellikleri fazla fazla yetti.
Manzarayı kaçırmak istemediğimiz bir an.
Buna benzer çok güzel fotolar aldık.
Benim için bir yarışta durup etraftan kareler almak bir ilk.
Hepsini buraya koyamıyorum ama bu manzaralar paha biçilmez.

Gün doğumu ile birlikte neredeyse ilk istasyon olan Adatepe’ye de varmış oluyorsunuz. Bu kısımlar yarışın belki de en keyifli kısımları. Henüz herkes dinç ve yolda koşan insan sayısı da çok. Adatepe ve Doyran arası tempomu korumaya gayret ettiğim. Hızlanmamak için kendimi tutmaya çalıştığım kısım oldu. Doyran CP’si öncesi sadece bir alanda zorlayıcı bir çıkış var ve bunu geçen yıldan hatırladığım için bu kısımda kısmen daha yavaş giderek yarışın başlarında yorulmak istemedim. Tüm CP’ler için de en sevimsiz olanı sanırım Altınoluk Sanayi CP’si. Hem yerleşim olarak hem de hemen ardında oldukça uzun bir çıkışın sizi bekliyor olması açısından. Bu nokta pas geçilemiyor mu bilmiyorum ama daha sonra konuştuğum hiç kimsenin bu CP’den hoşlanmadığını biliyorum. Bekir Hoca önceki yıl 65K koştuğu için CP’ler konusunda benden daha tecrübeli ve hangi CP’ye vardığımızda bizi neyin beklediğini üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Hatta şaşırtıcı olan ben genellikle koşmaya ve yarışın kilometrelerini yönetmeye odaklandığım için bazen etrafta olan biten güzellikleri kaçırmaya meyilliyimdir. Oysa Bekir Hoca gibi bazı kişiler adeta etrafın fotoğrafını çeke çeke, scan ala ala giderler. Bunu niye söyledim. Bir yerde CP öncesinde “bak şimdi şurayı dönünce yaprakları sarı çok güzel bir ağaç olacak dedi.” Ama ağacı göremedik. Sonra bir dakika burası doğru yol değil diyerek yolu kaçırdığımızı anladı ve döndük. Kaçırdığımız noktayı bulup rotaya girince hakikaten kısa bir süre sonra o koca sarı yapraklı ağacı gördük.
Yarıştan bir kare.Ben ve Bekir hoca. CP'sinden sonra.
Halen gülebildiğimize göre enerji bitmemiş demektir.
Genelde planımıza uygun hareket ettiğimiz için rahattık. Acelemiz yoktu. Her şey yolundaydı. İlk üç Cp bu şekilde rahat rahat ve zaman kazanımları ile geçildi. Dedepınarı CP’si drop-bag’lerimizi gönderdiğimiz CP idi ve yaklaşık yolun yarısındaydı. Ben bu noktada hava şartlarının kötü olabileceği tahmini ile neredeyse tam bir takım üst baş ile yedek piller, yedek jeller, powerade ve değiştirmek için ayakkabı koymuştum drop-bag’a. CP’ye varır varmaz sularımı yeniledim. Kendimi besleme işine koyuldum ve hızlıca üst baş değiştirmeye başladım. Çünkü durudukça üşüyor ve ister istemez yarışa yeniden başlama enerjinizi de düşürüyorsunuz. Bu tür uzun bekleme yapmanız gereken CP'lerde önceden ne kadar bekleme yapmanız gerektiğinin bir planını yapmakta fayda var yoksa zaman su gibi akıp geçebiliyor. Frig Ultra yarışında ayak altımda su toplaması yarattığı için yarışın başında giydiğim Salomon S/Lab Sense 6 ile burada vedalaşma kararı almıştım yarış öncesinde. Nike Wild Horse 4 ile değiştirdim ve çok isabetli bir karar aldığımı yarış sonunda daha iyi anladım. Bu CP’de maalesef çok fazla oyalandık. Aslında buraya kadar iyi getirdiğimiz yaklaşık yirmi dakikalık süre avantajımızı burada otuz beş dakika gibi bekleyerek negatife çevirmeyi başardık. Ama bugün bakınca bazen yarışın bitebilmesi için böyle sürelere ihtiyaç olduğunu bilirsiniz ve bunu size hisleriniz söyler. Başta söylediğim bu süreleri planlamalısınız noktası bu sürelerin daha da fazla taşmasını önleyici olabilir. Kapadokyadaki kadar bitkin asla değildim ama Bekir hocanın da hazırlanarak çıkmasını beklemek biraz zamanımızı aldı. :) Hatta sevgili Alper Dalkılıç ile aramızda geçen diyalogda “abi çok oyalandınız çıkın artık” dediğinde göz işareti ile Bekir hocamı işaret ettiğimde gülüşünce ”o zaman sen çık abi, o arkansan gelir” dedi. Ben bir hamle "hadi gittim"  diyerek parkura atınca kendimi dediği gibi arkadan Bekir hoca da hızla parkura arttı kendini. Zihnen yarışın yarısı bitmiş, enerjiyi ve motivasyonunu tazelemiş şekilde kaldığımız yerden yola koyulduk.
Kuru ayaklarla başladığımız parkurun henüz üç yüzüncü metresinde suya girince yine ıslak ayaklarla yola devam etmek zorunda kaldık. Bir ara üzerimi değiştirirken de fark etmiştim ki bacak aralarım çamaşırımın da etkisi ile tamamen yıpranmış ve canım artık sürtünmenin etkisiyle yanmaya başlamıştı. Üstelik koşular için özel üretilen Decatlon’dan aldığım iç çamaşırına rağmen. Bu tür bir ekipmanı 50K kadar ilk defa giyiyordum. Demek bu süreler biraz uzun geliyor. Daha başka çözümler üretmek lazım. Bacak aralarına sürdüğüm yağlı kremler de bu kez işe yaramamıştı. Bunda ter ile birlikte kaybedilen tuzunda büyük katkısının olduğunu düşünüyorum özellikle bu tür alanlarda tahrişi tuz kristallerinin de oluşturduğunu düşünüyorum. Bu nedenle koşu sırasında yağlı bir pomat almakta fayda var.
Çamlıbel CP’sine kadar yine oldukça sohbet muhabbet geldik. Burada bizi çorbanın beklediğini biliyorduk. Bir önceki CP’de çorba yoktu çünkü biz beklenenden önce varmıştık. Çamlıbel öncesinde köye girerken bir çeşme gördük ve o an ikimizinde aklından kafamızı suya sokup adeta cooos! diye ses çıkartmak geldi ve yaptık. Çip okutmadan hemen önce bunu yapıp CP alanına geçtik. Vegan tarhana CP’ye damgasını vuran olaydı. Nasıl oluyor bu tarhana diyerek koca bir kaseyi mideye indirdim. Biraz domates çorbasını andırsa da o an buna ihtiyaç hat safhadaydı. İçinde yoğurt olmadan nasıl tarhana olur diye sesli düşünürken köylü gençlerden biri “ bizde böyle olur” dedi, sanki çorbalarına laf etmiş adama ağzının payını vermek istercesine. Ben de halen aklım başımda demek gayet güzel olmuş. İşte merakım bu yüzden diyerek gülümsedim. Her an bir ders gizli hayatta. Yarışın 60. kilometresinde bile belki de o tarhananın sponsoru olan ya da sadece ait hissettiği yere karşı kötü bir eleştiri gibi algıladığı sözlerin aslında memnuniyet ve minnet ifade ettiğini anlaması için gayret göstermek zorunda kaldım genç delikanlıya. Bu CP’ye varmadan önce hep 16:15’ den önce orada oluruz diyerek yolda konuşmuştuk ama yirmi dakika gecikme ile vardık. Artık yoruluyor olduğumuz ortadaydı.

Buradan çıktıktan sonra Bekir hoca dilersen sen daha hızlı gidebilirsin teklifi yaptı ancak beraber başladık beraber bitecek diyerek bu teklifini geri çevirdim. Artık ne olursa olsun yarış birlikte bitecekti. Beyoba’ya doğru harekette bizi zorlayıcı iki sert çıkış bekliyordu. Sabrımızın da enerjimizin de azaldığı noktada bir de güneş batmış ve gece çökmüştü. Bu ana kadar ara ara birbirimizin önünde arkasında ilerlesek de karanlık ile birlikte birbirimizden çok ayrılmamaya gayret ettik. Hatta bir ara durup çiş molası verdiğimizde bile etrafımızdan gelen seslerin bizi ürküttüğünü fark edip bir birimize “dur, gitme, uzaklaşma” diye komik espriler yaptık. Kaçırdığımız çok yoldan dolayı CP noktalarının kilometre hesaplarını tam yapamadık. Beyoba varışı bizim sabrımızı çok sınadı. Buraya varırken bir de kaçırılan yol ayrımından dolayı bir iki küfürlü laf ettiğimiz doğrudur ama bu daha çok kendimize.

Salomon S/Lab 8lt Sırt çantası
ön yüz
Salomon S/Lab 8lt Sırt çantası
arka yüz

Telefonu su geçirmez bir kılıf içerisine yerleştirip onu da sırt çantasının ön gözüne koymuştum. Bu noktada sırt çantası ile bir iki detaydan ve bana yaşattığı zorluktan bahsetmek istiyorum.  Kapadokya yarışı sonrası artık uzun bir trail için daha hafif ve daha profesyonel olduğunu düşündüğüm bir sırt çantası almak istedim ve fuar alanından Salomon S/Lab Sense 8lt çanta aldım. Önde iki tane 500ml’lik soft flaskleri ile birlikte. Bir iki koşuda da yarış öncesi denemiş olmak ve bir sürpriz ile karşılaşmamak adına kullandım. Çanta hafifliği ve ceplerinin yeri, hacmi açısından tartışılmaz özelliklere sahip. Ancak benim gibi İphone 8 plus kullanıcısı iseniz ya da böyle büyük ekran bir tel kullanmaya alışıksanız telefonunuzu istediğiniz konforda yerleştirebileceğiniz bir gözü yok.  Ön yüzdeki göze koyduğunuzda daha bir kötü görüntü ve flask üzerine telefon ağırlık oluşturmakta. Bu deneme koşularında sırf bu nedenle içi su dolu flask yüzünden  flaskın altı tarafındaki sert parçadan dolayı kaburgalara denk gelen kısımlarda koşu sonrasında ağrılar hissettim ve üretici ile yazıştım. 
Salomon
SoftFlask
500 ml
Attaki beyaza yakın kısım
 sert plastikten yapılmış.
Çünkü yeni ürünlerde soft flask’in altındaki sert plastik kısımdan vazgeçilmiş ve daha yumuşak bir soft flask ile satışta. Bunu da belirterek son ürün almama rağmen bu tür bir desteğin olmadığını bu ürünle bu hali ile 100K koşmanın zor olacağını belirttim. Maalesef olumlu bir yanıt alamadım. Ne değişime ne de çözüme yönelik bir cevap üretemediler. Ben her şeye rağmen göze alıp yarışta da aynı şekilde kullandım. Telefonu su içerken ıslanmasın ya da yağmurdan etkilenmesin diye korumak adına kullandığım kılıf ekrana sürtünme nedeni ile ekranı aktif hale getirip bir iki kez ekran şifresini kilitledi. Yarışırken önemsiz dediğim bu ayrıntı telefona tam da ihtiyacım olduğu anda kullanamama neden oldu.
Beyoba girişini bulamadığımızı göğüs numaramız üzerindeki acil telefon numarasından bildirelim ve nerede olduğumuzu söyleyelim istedik. Numara kullanım dışı uyarısı veriyordu. Buna bir anlam veremedik. Affedilir bir hata değil eğer böyle bir duruma sebep olacak her hangi bir şey varsa. Benim telefonda Polat’ın şahsi numarası vardı ama ona da telefon kilitlenmiş olduğu için ulaşamadık. Yarışın beklemediğimiz tek aksiliği bu diyebilirim belkide.
Aslında Beyoba CP’sine yorgunluğun ve bu aksiliğin gölgesinde biraz gergin girdik. Büyün CP’lerde olduğu gibi burada da inanılmaz sevecen ve ilgili CP gönüllüleri, görevlileri ile karşılaştık. Biri PDR diğeri Mimarlık okuyan iki genç kız ve yakışıklı bir genç bize çok ilgi gösterdiler ve moralimiz hızla yerine geldi. Onların emeğini nasıl onore edebilirim diye düşünürken benim kızım olsa burada bu saatte bunu asla yapmazdı diye çıkıverdi ağzımdan. Gerçekten büyük bir özveri. Hepsine buradan da tek tek teşekkür ediyorum. Yarışların görünmez kahramanları kendileri. Tam çıkarken bizim gibi yolu kaçırmış ama bence biraz da dilinin ayarı da kaçmış başka bir yarışmacıya “sakin ol” uyarısı vererek yola koyulduk.
Bekir hocam burada da teklifini yineledi. Dilersen devam et. Olmaz. Anca beraber, kanca beraber diyerek düştük yola.
CP'ler ve bu noktalara beklenen ve gerçekleşen varış sürelerimiz.
Geriye sadece bir CP ve finiş kalmıştı. Zeytinli 92. kilometrede ve biz altmışıncı kilometreden sonra yarışa bitti gözüyle bakmaya başlamıştık bile. Sadece olan şuydu Çamlıbel CP'sinden sonra hızımızda belirgin bir düşme oldu. Geceye kalmanın, havanın soğumasının, yorulmanın, daha dikkatli olmak zorundayız düşüncesinin, hepsinin bunda katkısı vardı ve yaklaşık otuz kırk dakikalık aksamayla Zeytinli CP'sine de vardık. Buraya gelmek demek artık düze indik demek aslında. Yarışın bütün zorlayıcı etapları geride kalmış ve düze inmişsiniz demek. Bu CP'de de ben bir çorba içtim ve "çay da ister misiniz?" teklifine kayıtsız kalamadım. Valla amiyane tabiriyle çayı çorbayı gömüp, hatta drop-bag'lerimizi ilk gün verdiğimiz görevli arkadaş ile "bunları kaybedersen bak mahvoluruz ve mahvederiz seni sözlerimizin" geyiğini gülerek yapıp mutlu bir şekilde ayrıldık CP'den. Artık geride bir tek finiş kaldı ve biz daha az yürümemize rağmen oldukça yavaş bir hızda yolumuza devam ettik.   Sona yaklaştıkça arada benim dikkatimi çeken ve Bekir hocaya yağmur geliyor diye dillendirdiğim şeyi, aman aklına getirme diyerek kovmaya çalışıyordu adeta.  Son üç kilometreye geldiğimizde gökyüzündeki ışık oyunlarının sesini duyamıyorsak halen korktuğumuz şiddette bir yağmura uzaktayız anlamını taşıdığını konuştuk. Yaklaşık bir kilometre daha yol alınca yıldırımdan beş saniye sonra sesini de duyar hale geldik. Bekir hoca "bak bu yaklaşık yıldırım iki kilometre uzakta anlamına geliyor" dedikten sonra " hocam farkındaysan o yöne gidiyoruz ve finişe de sadece iki kilometremiz kaldı" dediğimde gülüştük.
Kısa bir süre sonra son dönüş ile finiş noktasına varmak üzere olduğumuzu büyük bir heyecan ile anladık ama bu arada yavaştan hızını arttıran yağmur finişe beş yüz metre kala adeta bardaktan boşanırcasına halini aldı. Bu halde geride halen yarışa devam etmek zorunda kalanları düşününce halimize şükrettik. Son bir gayret ve adeta uçarcasına mutlu bir şekilde Bekir hoca önce ben arkada finişe girdik. İlk başta hedeflediğimiz ya da planladığımız sürede bitiremedik ama 15 saat 20 dakika ile ikinci opsiyonlu süremize çok yakın bir zaman diliminde bitirmiş olduk. Bu da bize aslında çok da kötü bir plan yapmadığımızı gösterdi. 
Bu fotoyu sanırım sevgili Feride çekti.
Bu anı ölümşüzleştirdiği için teşekkür ederiz.
Son iki km hafiften başlayan yağmur son beş yüz metrede
amiyane tabirle donumuza kadar ıslattı.
Önde Bekir hoca, arkada ben.
Bu foto da sevgili Feride'nin eseri diye hatırlıyorum.
Önde Bekir hoca, arkada ben.
Finiş...
Bitime çok az kala o yağmur altında arkadaşlarımız bizi karşılamaya gelmişti. Müthiş bir sevinç ve mutluluk hissettim onları görünce. Hele Ürün ve Tayfun ellerinde telefon ile yağmur altında sanırım bir dört yüz metre koşmuşlardır bizimle.

Şaşkınlık ve sevinçten bayrağı ters tutmuşuz. Amaaan! Kimin umrunda ki.
Soldan: Bekir hoca, Eşim Şengül, Ben, Tayfun ve Ürün.
Finiş, anlatılmaz yaşanır tadında idi benim için. O yağmur altında adeta içimdeki coşkuyu ve sevinci bastıramıyor ve elimde Ankyra bayrağı ile çocuklar gibi zıplayıp duruyordum. Neden sonra bir çadırın altına doluşup yorgun, dağılmış ama mutlu bir iki kare ile ölümsüzleştirdik o anı. 

Bu yarışa giderken bu yıl iki ayrı şapka takmıştım. Birisi kulübüm Ankyra ve diğeri şirketimde yeni yeni gelişen Aselsan Sosyal İnovasyon Liderleri (ASİL) projesi.
Ankyra benim gönül ve resmi bağımın olduğu yer ve çalışmalarımızı hep bu kulüp altında yapıyoruz. Hatta sağ olsun kulüp arkadaşlarım 2019 yılı koşu takıp kaptanlığı görevini de bana vererek beni büyük onurlandırdılar. O nedenle onlarla ayrı bir bağım var kopmaz.
Ankyra SK Koşu Takımı
Soldan: Ben, Levent, Bekir, Alp Eren, Eyüp, Tayfun.
Aselsan ise kendi içinde büyük bir yeniliğe imza attı. ASİL grubu kurarak bu grup içinde koşan, yüzen, vs vs her türlü sosyal projede yer alabilecek ve bunu Aselsan çatısı altında yaparak hem Aselsan'ın adını duyurabilecek hem de sosyal dokuya faydalı olabilecek kişileri bir çatı altında topladı. Bunun göstergesi olarak da bizler gibi hobisinden ciddi uğraşlar ortaya çıkarabilmiş kişileri yaptığı uğraşlarda destekledi. Bu koşuya katılmamda şirketimin ve yöneticilerimin büyük desteği oldu. Eğer ortada bir başarı varsa burada buna destek olup elini taşın altına koyan herkesin katkısı vardır. Bu nedenle yarışa birlikte katıldığım organizasyonda büyük desteği olan yöneticilerimize ve büyük emeği geçen hem Ankyra'lı hem de AsilRun Koşu grubu üyelerinden Kubilay'a ve Alp Eren'e burada ayrıca teşekkür etmek isterim.

AsilRun Ekibi.
Koca bir aile olarak geldik, koştuk, bitirdik, mutluyuz fotosu.

Ertesi günden bir kare. Anı biriktirmek iyidir.
Biz de buradaydık ve şu lanet olası kilometreyi koştuk fotosu. :)

Ne çok anı birikti. Koşuya giderken, koşarken ve sonrasında. Kendimizi ödüllendirmek için ertesi gün otel havuzlarına girerken ekiple o on beş saati ve onların koştuğu ve yaşadıklarını adeta baştan yaşadık. Dostluğu da, koşuyla ilgili beklentilerimizi de pekiştirdik. Artık daha iyi biliyorduk ki bu koşular bizi daha güçlü ve daha uzağa taşıyacak diğer koşular için bir fazla tuğla idi. Bina yükseliyor ve biz de bundan mutlu oluyorduk.

Şimdi düşünüyorum da, onca kilometrenin bana hissettirdiklerini Freud'a aktarsam acaba o ne derdi? Dağlarda koşmanın insana kattığı mutluluğu ya da kendi içindeki o hem kendine hem doğaya kafa tutma hissini de bir yerlerinden yakalayıp erotizme bağlar mıydı bilemiyorum ama benim aklımdan bu yarış boyunca hep şu geçti durdu.

Bir ultra koşarken neye kafa tuttuğunuza dikkat etmeniz gerekir. Hele bu dağlarsa daha da dikkatli olmanız gerekir. Geçilen her kilometre ve çıkılan her yükseklikte varoluş gururunuzu okşayan bu çaba, aynı zamanda içinizde derinlerde bir yerlerde yer alan hiçliğe yolculuğunuz da olabilir.
Ve hiçlik her iki anlamı da barındırabilir kendi içinde. Ya var eder ya da yok. Tıpkı Kapadokya 63K'da kendimi adım atamaz hale getirmeyi ve kısa bir süre sonra 102K'yı çıtır çıtır koşmayı başaradığım gibi.


Alıntılar:
*Engin Gençtan Hayat Metis Yayınları

Hiç yorum yok: