22 Ekim 2024 Salı

KOŞMAK SİZİ SANATÇI YAPAR MI? YA DA FARKETMEZ BEN SADECE KOŞARIM MI?

 

Maurizio Cattelan’ın ‘duvara bantlanmış muz’ eseri (yada hadisesi).

Yukarıdaki muzun başına gelenleri biliyorsunuz. Bir sanat eseri olarak önce duvarları süsledi ve ardından sergilendiği birçok salonda onu yiyen ya da yemeye kalkan kişiler tarafından yeniden gündeme geldi. Bununla da hem sanatçı hem de yaratılan şeyin sanat eseri olup olamayacağı üzerinden bir tartışma başlatılmış oldu.

Bu olay üzerinden neredeyse beş yıl geçti. Sanatçının benzer hiciv dolu eserleri var ve kendi sanatçılık kariyeri ile tutarlı bir şekilde ilerleyip gidiyor. Belki kısa bir süre sonra yine adından çok bahsettirecek başka bir illüstrasyon ile karşılaşmamız mümkün.

Ben de oluşturduğu ilk izlenim şu olmuştu. Her hangi bir nesne her hangi bir yöntem ile bir sanat eserine dönüştürülebilir miydi? Kim bilir? Belki evet belki hayır. Kimin bu sürece nasıl baktığına ve onunla ne düzlemde bir ilişki ve anlam kurduğuna göre değişir. Sanata yön verenlerin bakış açısıyla bakarsak çağdaş sanat ya da kavramsal sanat açısından sorunun cevabı sanırım evet. 

Sanatçı için TDK'da "Güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan, eser veren kimse; sanat adamı, sanat eri, sanatkâr." denmiş. E! madem öyle resim veya heykel gibi bir alanda sanatçının bu muzu duvara yapıştırdığı düşünülürse pekâlâ yapılan şeyin sanat eseri, yapanın da sanatçı olduğunu iddia etmek mümkün. Geriye bir tek şey kalıyor sanat eserinin yaratılması meselesi. Yaratılan şeyde bir zekâ kırıntısı, yeniden oluşturma varsa bence genelin övgüsünü ya da beğenisini alması ve yaratanın da güzel sanatlar dalına ait bir mensubu olması gerekmeksizin yaratılan şey artık bir sanat eseri, yaratan da sanatçıdır. 

Peki, aynı şey biz koşucular için de geçerli mi? Koşuculara da birer sanatçı denebilir mi?

Yazının başlığına bakınca sanki  koşmanın sizi sanatçı yapıp yapmadığına takılmışız, sorun ettiğimiz şey buymuş gibi algılanabilir; ancak asıl merak konusu, koşan kişi kendini sanatçı ve bunun  yansıması olan sanatçı duyarlılığında ve hassasiyetinde görebilir mi? Yani asıl mesele "To be or not to be" (olmak ya da olmamak) mı?

Yine nasıl baktığınıza ve yaptığınız koşu ile nasıl bir düzlemde ilişki kurduğunuza, yaratmak ve  ortaya koymak istediğiniz şeye göre değişmekle birlikte bence koşan herkes farkında olsun ya da olmasın kendini birer sanatçı olarak rahatlıkla görebilir.

Beni bu yazıyı yazmaya ve düşünmeye iten sebepler öyle çok uzun bir geçmişe dayanmıyor. Hepi topu bir kaç ay önce koşular sırasında patikada karşılaştığım bir grupla sürekli aşağı yukarı inişlerde rastlaşırken  karşılıklı yol verme anında karşının sergilediği davranışın bende yarattığı huzursuzluk bu soruyu aklıma getirmişti. Koşmak bize ne katar; koşmak bizi sanatçı yapar mı? Ey! Yumurtaya can veren yüce Rabbim. Hikmetinden sual olunmaz ama şu sevgili! Kulun nasıl insan olmayı beceremedi acaba diye düşündüm bir an. Bu acı dokundurmayı komiklik olsun diye değil gerçekten dikkat çekici boyutta duyarsızlığın tahammül sınırlarımı zorladığı için yapıyorum.

Duvara bantlanmış muzun gücünden esinlenerek olayı hicvetmek istersem, koşma eyleminin kişiyi koşucu yaptığı ortadaydı ama koşucu ortaya koyduğu eylem ile zihnini birleştirdiği düzlemde kendini patikadaki diğer her şeye karşı nezaketli, saygılı ve duyarlı görüyor muydu? Zihnimdeki bu idealar düzleminin vücut bulmuş hali ancak bir sanatçı olabileceği için kişi özünde kendini bir sanatçı olarak görüyor muydu? Atılan her adımın katkısını sadece pace olarak iyiye giden bir süreç olarak mı değerlendiriyor yoksa yaşamda kendi için bıraktığı izin duvara astığı muz olduğunun farkında değil miydi? Belki evet belki hayır bilemeyiz ama bu soruları bazılarımızın sormadığı ya da giderek farklılaşan beden zihin zenginliğinin yarattığı nesneden bağımsız, nesnenin kendi için taşıdığı anlamı fark etmediği çok ortadaydı.

Patikalarda bu kadar zaman geçirince insan ister istemez orada var olan ama yazılı olmayan bazı kuralları biliyor, görüyor ve uygulayıcısı oluyor. Ya da olmak zorunda hissediyor. Bunlardan en önemlisi hatta tek kuralı doğaya ve kendine zarar verme; canlı cansız her şeye ve herkese saygı duy. 

Bu kuralının şu doğaya zarar verme kısmı çok söylenir de gerçekten içselleştirilir mi orası da ayrı konu ama kendine zarar verme kısmının pek anlaşılabildiğini hatta saygı duy kısmının ise hiç anlaşılamadığını düşünmüşümdür hep. Tıpkı sanatçının yarattığı eserin kendini aşıp farklı farklı anlamalara bürünmesi gibi gelir bana. İşte koşma eylemini sanat ve sanatçı kavramı ile bağdaştırdığım yanlar ile koşarak sanat icra ettiğinin farkında olması gereken kişinin sanatçı nezaketi ile uyuşmayacak davranışlarını anlayamadığım nokta tam da burası. Biliyorum biraz karmaşık anlattım ve konudan uzaklaşmışım gibi geldi ama toparlayacağım.

Bizler farkına varsak da varmasak da evet bir eser ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bunu bazen yarışlarımızda giderek artan hız ve sürelerimizle, bazen bir rakibi geride bırakıp kendimizi geliştiğimizi düşünerek ortaya koyuyoruz. Yani burada emek verilen bir beden ve onu bu yönde ayakta durmaya ve sürekli gelişmeye iten bir beyin var. Hem bedeni hem de beyni yeniden koşma yoluyla inşa ediyoruz, var ediyoruz. Her ikisinin de değişimi eğer aksi yönde birşey yapmıyorsanız daima iyiye doğru giderek sizde ve bundan doğan enerji ile birlikte çevreye dönük bir iyilik hali ortaya çıkarıyor, yaratıyor. Burada tanrısal bir yaratmadan değil, ontolojik açıdan bir yaratmadan bahsedildiği açık sanırım.

Dönüp duvara bir muz yapıştırmak kadar soyut ya da Micalenceo'nun heykeli kadar somut bir nesne ortaya çıkarmadığınızı düşünerek kendinizi bir sanatçı olarak görmüyor olabilirsiniz; ama biyokimyanızda o sizi ayakta tutan ve bir önceki koşunuzdan bir adım öteye taşıyan ilk versiyonunuzun geçirmiş olduğu değişim, benim gözümde sizi sanatçı ve sanat eseri yapmaya yeter de artar bile. 

Eserler bazen çok büyük, çok ünlü, çok popüler olabilir ve tüm dünya önünde saygıyla eğilebilir. Kendi kendinize başardığınız, daha iyisi için yaptığınız ve attığınız her adım sizi giderek daha büyük bir eser ortaya koymaya yaklaştırır. Herkesin saygı duymasını beklememek lazım. Kendinize saygı duyun yeter. 

Kendine saygı duymak kısmı demiştim ya hani en az anlaşılan taraf diye; attığınız her adımın sizi farkında olmasanız da bir önceki versiyonunuzdan daha iyi olmaya ve değişmenize yol açtığı için bir sanatçı olarak hissetmeli, bu yüzden kendinize saygı duymalısınız.  Yine bu nedenle artık sizin gibi olan herkese karşı daha sorumlu ve saygılı hissetmelisiniz. Patikada, yarışta karşılaştığınız her koşucunun da sizin ile aynı süreci paylaştığının farkında olmalı ve saygıyı hak ettiğini düşünmelisiniz. 

Sadece kendini yeniden inşa etmeye çalışmak bile sizi size saygı duyan benzersiz bir sanatçı yapmaya benim gözümde yeter. Vereceğiniz eserin büyüklüğüne siz karar vereceksiniz. Hem de öyle takdir falan da beklemeden. Dünden daha iyi olduğunuzu ve yarın daha iyi olacağınızı bilerek kendinize saygı duyacak ve eserinizle övüneceksiniz; ama böbürlenmeyeceksiniz. 

Koşmak, bireyin bedeni ve zihni üzerinde derin bir etki bırakırken, bu süreçte ortaya çıkan eserin koşucunun yalnızca kendisine değil, çevresine de yansıyan bir yönü vardır. Her koşucu, sadece kendi bedenini ve zihnini geliştirmekle kalmaz; aynı zamanda doğayla, patikada karşılaştığı diğer koşucularla ve topluluğun bir parçası olarak birlikte bir deneyim yaşar. Sanatçılar gibi, koşucular da yaratıcı süreçlerinin bir parçası olarak birbirlerine karşı hassasiyet ve saygı göstermek zorundadır. Bir sanatçı, eseri aracılığıyla sadece kendini değil, aynı zamanda başkalarını da etkileyen bir yaratım ortaya koyar. Koşucular da her adımda hem doğaya hem de diğer koşuculara saygı duyarak bu yaratım sürecini güzelleştirirler.

Sanatçıların duyarlılığı, inceliği ve karşılarındaki dünyayı anlamaya çalışmaları gibi, bir koşucunun da karşılaştığı insanlara, patika ya da yarışlarda onunla aynı mücadeleyi paylaşanlara karşı aynı özeni göstermesi gerekir. Koşarken sadece bedensel bir efor sarf etmiyoruz; birbirimizin ruhuna ve ortak bir deneyime de dokunuyoruz. Bu yüzden, bir koşucunun kendini sanatçı gibi görmesi, sadece koştuğu yolculuğa değil, bu yolculuğun diğer insanlar üzerindeki etkisine de duyarlı olması demektir. Diğer koşucuların da bu süreçten geçtiğini bilmek, onların çabalarına saygı duymak, bir nevi sanatçının başka sanatçıların eserlerine gösterdiği incelik ve duyarlılık gibidir. Var olma sürecinde kişinin kendi için yaratmaya çalıştığı iklim biriciktir ve hikayesi özneldir. Bu yüzden, koşarken yalnızca kendi gelişimimize odaklanmaktan ziyade, başkalarının da aynı yolda ilerlediğini fark etmek, onlara karşı nezaketle yaklaşmak, bir sanatçının yaratım sürecinde başkalarının deneyimlerine gösterdiği saygı gibi bir sorumluluğu beraberinde getirmelidir.

Bu bağlamda, koşmak sadece bireysel bir başarı değil, aynı zamanda kolektif bir yaratıcılık alanıdır. Diğer koşucularla paylaşılan bu sessiz anlaşma, birbirimize duyduğumuz saygı, koşunun sanatla buluştuğu en hassas noktalardan biridir. Her bir koşucu, bu büyük eserin bir parçasıdır ve sanatçı duyarlılığı ile hem kendine hem de çevresine değer vermeyi öğrenmelidir.

Buraya kadar anlatmak istediklerimin anlaşılmış olduğunu umut ediyorum ve ekliyorum. Koşmak sizi birer sanatçı yapar ama nezaket öğretmez. Sanatçının duyarlılığının var etme gayretinden, daha iyiye duyulan özleminden beslendiğini bilmek onu farklı kılan yegane noktalardır. 

Maurizio Cattelan’ın duvara yapıştırdığı muz, sanatın sınırlarını sorgulayan bir eserdir. Belki de koşmak da aynı şekilde, klasik sanat algısının dışında, bazen kişinin kendi algısını bile zorlayabilecek, kendi içinde anlamlı bir yaratım sürecidir. Asıl önemli olan, koşucunun kendi gelişimiyle gurur duyması ve bu süreçte kendisine duyduğu saygıyla, bu sanatın hakkını vermek için hassasiyet, nezaket ve farkındalık geliştirmesidir. 

Bundan sonrası bedeninize ve zihninize olan bu saygı, sizi sadece bir koşucu değil, aynı zamanda mutlak surette bir sanatçı yapacaktır; bu nedenle belki biraz iddialı gelebilir size ama eğer sadece koşuyorsanız koşmaktan ve koşunun size kattıklarından anlamıyorsunuz demektir. 



26 Haziran 2023 Pazartesi

Dağyenice Ultra 61K 2023





"Pain is inevitable. Suffering is optional."

"Acı kaçınılmazdır. Çekmek isteğe bağlıdır."


Dalai Lama, Haruki Murakami ve  M. Kathleen Casey'e atfedilen bu söz Ultramaraton koşan hemen herkesin patikada başından geçen olaylardan sonra ya da daha koşuya başlamadan kendisini bekleyen şartların verdiği stres nedeni ile aklından en az bir kez geçmiş ya da geçecek ünlü bir deyiştir. Ben de koşan herkes gibi bu duyguları çok defa yaşamış ve bu sözü aklımdan defalarca geçirmişimdir. 

Özel bir şirkette tam zamanlı işyeri hekimliği yapıyorum. Günümün büyük bir kısmı hekimlik ile, geri kalanını ise özel hayat(ev)-sosyal hayat ve iş hayatı arasında bir yerlerde sürekli dengeyi kurabilmek için ip üstünde dengede durmaya çalışan cambazlar gibi zamanı yönetmeye çalışarak geçiriyor. En büyük hobim koşmak. Sınırsızca koşabilmeyi ve buradan aldığım zevki hayatıma yansıtabilmeyi, mümkünse bunları yazarak paylaşabilmeyi seviyorum. Bu yazıda hem patikalarda hem de özel hayatta başa gelenlerin yarattığı kaygıyı nasıl yönetmeye çalıştığımı biraz olsun paylaşabilmeyi umut ediyorum.

Dağyenice Ultra Maratonu yılın hem ilk hem de bu yıl benim de ilk kez katıldığım bir yarış organizasyonuydu. Raporunu yazmam biraz miskinliğimin biraz da işlerimin etkisiyle gecikmiş olsa da faydalanmak isteyenler için şöyle kenarda dursun iyi olur diyebileceğim bir içerik oldu. E! hazırsanız başlayalım. Dikkat! subliminal olmasa da direkt ve endirekt mesajlar içerir. :)

Yılın başından bu yana TOR330 Tor Des Geants adında İtalya'da düzenlenecek olan bir yarışın kaydı için kura beklerken hazırlık antrenmanları ile zaman geçirdim. Maalesef kurada seçilemediğim ve katılamayacağım netleşince  Dağyenice Ultra yarışına katılma kararım da kesinleşti. 2022 yılında UTMB ve antrenmaları ile dolu bir yıl geçirmiştim. 2023 için hedefte TOR330 varken  yurt içi yarışlarını daha az koşmayı ve daha çok antrenmanlara ağırlık vermeyi düşünüyordum. Girmek istediğim deneme yarışları olursa da daha önce koşmadığım parkurları koşmayı istiyordum. Dağyenice ilk kez yarışacağım parkur olması, TOR330 gidilemeyecek olması, zaten yapılan antrenmanlarımın arasında bir yerlerde olması nedeni ile bu yılın ilk yarışı oldu. 
Alışıldık formatım gereği hazırlık, konaklama, yol, kayıt gibi konulara değineceğiz ama öncesinde ilk paragrafları okuyup gerisini pas geçen sabırsız arkadaşlar için söylemem gerekirse yarışın parkurunu baştan sona çok beğendim ve kesinlikle yeniden koşmayı isteyebileceğim bir parkur. Hatta  "Kelepir Ultra" deyişiyle Frig Ultra'nın isim babası Ceyhun'un tabiri ile Dağyenice'ye de "Kelepir Ultra" denebilir. Yani parkur teknik değil, elevasyon az. Ne demek istediğimi parkur kısmında daha detaylı açıklayacağım. O zaman etap etap anlatmaya başlayalım.

Hazırlık...
TOR330 hazırlıkları için 37 haftalık bir program yapmıştım ve bu programın 20. haftası Dağyenice Ultraya denk geldi. Aslında uzun yıllar düzenli antrenman yapan kişiler bilecektir zaten haftalık bir sabit programınız yıllar içerisinde gelişiyor. Bu hem antrenman çeşitliliği hem de haftalık toplam kilometreleriniz için geçerli. Araya giren yarışlar bu temel antrenmanınıza eklentiler ve yarış sonrası dinlenme süreleriniz ile belli bir rutin halinde hep devam edip gidiyor. Benim için haftada en az 3-4 kez, yine en az 40-50K arasında bir koşu döngüsü yıllardır devam ediyor ve sürdürülebilir oluyor. Gireceğim yarışın önemi, parkurun teknik ağırlığı, bende yarattığı stres ve kendimden beklentime göre bu antrenmanlara süre ve kilometreleri Lego gibi ekleyip çıkararak devam ediyorum. Bu nedenle Dağyenice için özel bir antrenman yaptım diyemem. Yukarıda da anlattığım gibi zaten büyük montanlı bir yarışın da hazırlık arifesindeydim. Aşağıda sizinle 2022 yılında UTMB için hazırlanmış planın TOR330 için revize edilmiş halini paylaşmak isterim. 61K hazırlığı için oldukça fazla bir süre ve hacim diye düşünebilir bazılarınız ama bunları Dağyenice haftasına kadar zaten yapılması zorunlu olan TOR330 antrenmanlarının bir parçası olarak görüp okuyabilirsiniz.  Ayrıca yarış sonrasında hacmi de kilometreleri de bir- iki hafta düşürerek toparlanma için vücuda zaman vermek tercih ettiğim antrenman yöntemlerinden biridir. Çünkü siz ne kadar az hasarlı bir yarış atlatırsanız atlatın vücudunuzun sizden beklentilerine de kulak vererek onu dinlendirmek olmazsa olmazlar arasında olmalı. Bu kişiden kişiye değişebilir ama özellikle yaş grubu sporcuları için eğer ana hedef süreklilik ise ne kadar uzun ya da hızlı koştuğunuzdan bağımsız yarış sonrası ihtiyaca göre aktif ya da pasif dinlenme moduna geçmek çok önemli. Yoksa acıları çekmek de kaçınılmaz hal alabilir. Henüz bir yarış koşmadığım için bu planda bir dinlenme kısmı yok. 
Aylık 20-25 saat ve 180-200K arası bir hacim bu tür yarışlar için oldukça yeterli. Tabi hedefiniz, yaşınız, beklentileriniz bu sürelerin farklılaşmasına neden olacaktır. Ayrıca hazırlığa sadece hacim ve haftalık geçirilen toplam saatler olarak da bakmamak gerekir. Bu sürelerde hangi hızlarda, hangi nabız aralıklarında, hangi parkur özelliklerinde zaman geçirdiniz gibi detaylar önemli. Bütün bu detaylardan bağımsız kaba bir fikir vermesi açısından bu parametreleri paylaşmak şimdilik yeterli. Fikir vermesi açısından ilk iki ayın günlere göre planlanan antrenman içeriklerini de paylaşıyorum. Dileyenler bu içeriklere Strava hesabımdan da ulaşabilirler.

Ocak ayında başlayan antrenmanın "Ön Hazırlık" dönemi

"Base 1" ve "Base 2" dönemi.

"Base 3" dönemi.

"Build 1" dönemi.



Yol ve Konaklama...
Ankara'dan Bursa'ya araç ile ulaşmak zor değil ve yolculuk sizi fazlaca yormuyor. Bu nedenle zaman sıkıntısı olanlar için yarış gününden bir gün önce bölgeye ulaşmak yeterli olacaktır. Biz alışıldık olduğu gibi tek arabada dört kişi seyahat ederek hem yolculuğun sıkıcılığından hem de mali külfetinden kurtulduk diyebilirim. 

Bursa'ya gidilir de döner yenmez mi? 
Döner parayla. Kazık bedava... :)
Bekir Hoca, Şengül, Ben, Gizem.
Konaklama için Levor Otel'de kaldık. Erken rezervasyonla sanırım Bülent ve  RunnershighSRC gruptan Süleyman'ın kolaylaştırıcılığında konaklamalarımız uygun fiyata geldi. Otel yarış alanından yaklaşık 29 kilometre uzakta. Bunun yarış için kayda giderken, dönerken, yarış için sabah yola çıkmak için, yarış sonrası dönüş için zorluk oluşturduğunu kabul etmeliyim. Eğer araç sıkıntınız var ise biraz daha fazla maliyet ile yarış başlangıç noktasına daha yakın lokasyonlarda konaklamakta fayda var. Özellikle de kürsü gibi hedefler var ise bu yıl olduğu gibi yarışı bitirdikten sonra madalyanızı beklerken yağmur altında uzun zaman geçirmeniz gerekebilir. Yakın bir lokasyon kolaylaştırıcı olabilir. 
Otelin sunduğu tüm hizmetlerden memnun olmakla birlikte  benim için oteli keyifli hale getiren RunnershighSRC grubu ile tanışmak ve koşu haricinde yeni yüzlerle konuşup sosyalleşmek oldu. 
Bursa büyükşehir olması nedeni ile içinde bir çok imkan barındırıyor. Kentin İstanbul'a yakınlığı özellikle İstanbul'lu koşucular için çekici. Bu nedenle bölgede giderek artan bir yarış ve yeni parkur oluşturma gayreti var. Zaten turistlerce bilinen bir lokasyon olması ve artan fiyatlar nedeniyle kent oldukça pahalı hale gelmiş diyebilirim. Özellikle herkesin kentte yemek istediği yiyecekler, görmek istediği alanlar artık kolay alınır ve ulaşılır olma sınırlarını zorlar durumda. Bakalım bu durumlar bölgede var olan yarışların hangilerinin ileriki yıllarda ayakta kalarak devam etmesine hangilerinin bir sonraki yılda bitmesine neden olacak.

Kayıt, Fuar alanı...
Kayıt ve Fuar alanı belki de organizasyonun henüz yeni yeni oluşmasından dolayı bana biraz sönük geldi. Kayıt kısmının çok düzenli olmamasıyla birlikte özellikle her yarışta dikkat ettiğim zorunlu malzeme listesini kontrol edilip edilmediği takıntım, edildiğini görerek rahatlamama neden oldu. Benim gözümde bu yarış organizasyonunun kendi yarışına gösterdiği özenin bir göstergesi. Kayıt sırasında özellikle çiseleyen yağmur altında dışarda kalmış kişilerin bir de sucuk mangal dumanına maruz kalması sanırım benim dışımda kimsenin dikkat etmediği bir ayrıntı. Briflerin artık internet üzerinden canlı yayınlanması ile birlikte fuar alanı sonrası insanların beklemeden otellerine dönmeleri sanırım alanın cansızlığının da nedenlerinden birisi. Ayrıca kayıt alanının şehre uzak olması işi biten kişilerin şehrin trafiğine kalmadan erken dönmelerine de neden olmuş olabilir. 
Kayıt sırasında verilen promosyon malzemelerinin özellikle koşu camiasında kalite ve fonksiyonelliği ile bilinen Compress Sport ürünlerinden seçilmiş olması hoş bir sürpriz olarak düşünüyorsunuz. Ta ki ürünü çantanızdan çıkarıp deneyene kadar. Belliklerin neredeyse tamamının kadın erkek, küçük bedenler seçilmiş olması, kafa bantlarında lekeli ürünlerin çıkması, bazı malzemelerin klipslerinin olmayışı özensiz bir dağıtım olduğunun göstergesi. Ne verildiğinden çok ne kadar özenle hazırlandığının önemi burada ortaya çıkıyor.

Yarış...
Start öncesi bir fotomuz olmasın mı? 
Hava bizi bozar mı? Tabi ki hayır.
Pelin, Bülent ve Ben.
Gelelim yarış kısmına. Bu güne kadar katıldığım bir çok yarış içerisinde parkurunu en sevdiğim yarışlardan biri oldu diyebilirim. Başından sonuna tek bir metresinde bu kısım gereksiz olmuş dediğim yer yoktu. Gerek zorluk derecesi olarak bir çok kişiye cazip gelebilecek yanıyla gerekse benim gibi araziden çıkıp birden asfalta düşmeyi sevmeyen koşucular için bile çok az olan asfalt geçişleriyle yeniden koşabileceğim bir parkur olduğunu söyleyebilirim. 
Güzel bir göl manzarası ile sizi karşılayan parkur başlangıcı yine aynı göl manzarası ile adeta yeter artık dinlenme vakti der gibi göl ile uğurluyor. Mevsim itibari ile uyanmış doğanın ortasında yer yer yalnız koştuğunuz, doğanın sizi, sizin doğayı dinlediğiniz anlarda, aldığınız her nefesin ciğerlerinizin en ufak zerresine kadar gittiğini hissettiğiniz bir ruhla koşuyorsunuz adeta. Bir çok parkur bundan yoksundur. Ya serttir yorar, ya yumuşaktır zevk vermez. Teknik olarak çok zor olmaması genellikle tercih etmediğim bir özellik olsa da, yağan yağmura rağmen sizi üzerinde tutmayı ve attığınız her adımda keyif almanızı sağlayan bir yüzü var diyelim Dağyenice parkurunun.
Birazda hatırladığım kadarı ile CP-CP aktarmaya çalışayım altımdan akıp giden parkuru ve zamanı. 


Start-CP1 Atlas: 
Yarışın daha başı. Şimdiden üst baş fazla geldi.
Ben ve Bülent başlarda yanyanayız.
Yarışın başında Bülent ile birlikte koşmaya karar verdik. O'nun ilk uzun ultrası olduğu için performansını dengeli tutabilmek adına başta yavaş başladık diyebilirim. Bu ilk kısımda neredeyse hiç teknik bir kısım yok. Parkuru başından sonuna zorlaştıran tek faktör belki de günlerdir yağan yağmur sonrasında ağırlaşmış ve çamurlu kısımların artmış olmasıydı. 9,7K lık bu kısmın elevasyonu 98m. Beslenme için her CP'de uzun süre durmadım. Neler yediğimden de bu kez bahsetmeyeceğim. En sonda her CP için yemeyi planladıklarımın bir tablosunu vermekle yetineceğim. Bu tabloya %90 uydum diyebilirim. Çok az besin arttırdım. Bir süredir CP'lerdeki bekleme sürelerini azaltmak ve hatta giderek çeşit azlığı yaşanan CP'lerde gereksiz yere durmamak için neredeyse sadece su için duruyor ve desteğimi alıp hemen yola koyuluyorum. Ultralarda bu pek istenen bir şey olmamakla birlikte 60K ve altı yarışlar için benim açımdan sürdürülebilirliğini zora sokmadığı için bir süredir böyle devam ediyorum. Sabah erken saatte uyanıp hazırlanmak ve uzunca bir yol sonrasında start almak beni başta biraz mahmur yaptı. Genellikle yarışların ilk bir iki CP'sini yavaş koşmayı da sevdiğim için ilk defa koşacağım bu parkurda dengeli bir pace ile yol aldım diyebilirim.

CP1 Atlas-Demirci Su Noktası:
Planda 2 saatte, koşuda 1 saat 42 dakikada koştuğum bu kısımda toplam elevasyon 317 metre. Mesafe 12.9K. Bundan sonra yarışın geri kalan kısımlarında da benzer elevasyonlar alınacak. Genellikle toprak köy yolları gibi geniş yollardan geçilen bu alanda teknik bir zorluk yok. Ara ara çok zor olmayan eğimli alanlardan geçmek zorunda kalınabiliyor. Yarış boyunca baton kullandım. Bir çok koşucu bu parkurda baton kullanmamayı tercih etti ancak bence yağan yağmur ile ıslanan zemin baton ihtiyacını arttırdı. Ayakkabı seçimi olarak Salomon Sens Ride 4 kullandım. Sert tabanı ve kaygan taşlık zemin performansı ve fazla çamur toplamaması oldukça iyi bir karar olduğunu gösterdi. Ancak bazı alanlar için daha geniş ve derin diş aralığına sahip Spedd Cross gibi bir ayakkabı da fena olmazmış. Koşu başında giydiğim yağmurluk bu kısımda artık vücut ısımın da artması ile fazla gelmeye başladı. Onu çıkarıp yola öyle devam ettim.

Demirci Su Noktası-CP2 Misi Köyü:
Su noktasından 3K sonra CP2'ye ulaşıyorsunuz. Bu kısımda elevasyon 113 metre. Yine zor diyemeyeceğim bir kısım. CP noktalarının aralarındaki mesafeler genellikle yazılan bilgilerle pek uyuşmaz. Genellikle de yazılandan biraz daha uzakta çıkarlar. Hatta bir de yol kaçırmışsanız hesapladığınız sürelerden daha uzun zamanda ulaşır ve zamanla bu biraz sizin canınızı sıkmaya başlar. Burada dikkat ettiğim şey CP 'lerin yazılan kilometrelere neredeyse tamı tamına uymasıydı. Bu başarılı GPX rotası ve işaretlemesi için organizasyonu tebrik etmeli. İkinci CP'de de uzun süre kalmadım. Su ikmali yapıp hemen yola koyuldum. 25.5K yavaş yavaş yorulmak için iyi bir mesafedir. Bu andan itibaren beslenme ve sıvı dengenizi koruyamazsanız giderek derinleşecek negatif denge sizi içine alacaktır. 

CP2 Misi Köyü-CP3 Doğancı:
BIB. Her zamanki gibi çalışılan ders
üzerine not alınmış.
12.7K olan bu kısım parkurun elevasyon açısından en zor kısmı. Toplamda 610 metrelik bir kazanım söz konusu. Besin alımım iyi, su dengem yerinde ve ciddi yorgunluk belirtisi göstermiyorum. İkinci CP'ye varmadan kısa bir süre önce Bülent ile yollarımız ayrıldı. Bir iki çıkış sırasında geride kalınca hız arttırmadım ama pek de yavaşlamadan devam ettim. Böyle olunca yollarımız ayrıldı. Yarışlarda genellikle kendi yaş grubunuz koşularını şöyle göz ucuyla gözlersiniz. Sizi geçenin numarasına, saçına başına bakıp grubunuz mu yoksa değil mi diye düşündüğünüz olur. Daha ikinci CP'ye varmadan bizi geçen ve yaş grubumuz olduğunu düşündüğüm kişileri CP3'den çıkarken teker teker yakalamayı ve geçmeyi hedeflemiştik Bülent'le. Ben tek kaldım ve biraz zor olacak gibi. Aradaki mesafeyi bilmemek, bazen CP'lerde aslında sizden geç çıkmaları nedeni ile zaten geride kalmış olmaları yanlış yere hız arttırmanıza neden olabilir. Her ne kadar kimseyle yarışmayın kendi hızınıza odaklanın dense de bazen bunu unutup odak noktamıza aldığımız kişileri geçmek için bir tık kendimizi zorlayabiliyoruz. 
Direk bizden sorulur. :)
ANKYRA SK'ya selamı var.
Çıkış ağırlıklı olan bu kısım benim tam sevdiğim türden. Daha güçlü hissettiğim çıkışlarda tempoyu bozmadan yavaş yavaş ilerliyorum. Derken karşıma bir yüksek gerilim hattı direği çıkıyor. Yıl içi antrenmanlarımızın çoğunu Ankara Eymir sırtlarında benzer bir direk ve TRT ısıtma tesisi bacası arasında yapıp her defasında da direk ile fotoğraf aldığımızdan bu Ankyra SK için espri yüklü gelenekselleşen kareyi alıyorum. Bu güne kadar tüm yarışlarımda çektiğim nadir fotolardan biridir. Tam bu arada beni geçen yabancı uyruklu olduğunu düşündüğüm gençlere yetişmek için hemen toparlanıyor ve yola koyuluyorum. Az ötede geçecek ve bir daha geçemeyecekleri kadar fark atacağım.
2 saatte bitirmeyi planladığım bu kısmı 1 saat 34 dakikada bitirmişim. Beklediğimden çok iyi bir sonuç. Parkurun en sevdiğim kısmı diyebilirim. Neredeyse tamamı ağaçlık alanlardan geçmekte. Kısa köy yolu geçişleri keyifli. Zorluk derecesi düşük hızlı koşulabilir bir kısım. Yağan yağmurun çok ağırlaştıramadığı bir alan. 

CP3 Doğancı-Kadriye Su Noktası:
Su noktası sonrası kameralara yakalanmışız.
5,2K'lık 300m elevasyona sahip kısa ama biraz sert Kadriye su noktasına kadarki kısım. Buraya kadar enerji halen yerinde. Çok yoruldum denemez ama çıkış ağırlıklı koşmak bacakların biraz yanmasına sebep olabiliyor. Neyse ki baştan beri herkesin şikayetçi olduğu kapalı ve yağışlı hava aslında bu durumlar için durum kurtarır cinsten. Vücut ısımın koşular sırasında hızla yükselmesi nedeni ile yaşadığım enerji düşüşleri ve performans kayıplarını burada yaşamıyorum. Hafiften serpiştiren yağmur tepeye vardığımda adeta soğutma sıvısı gibi serinletiyor. Bazen kendime soruyorum kliniğe bir gün önce yağmurda kaldım hasta oldum diye gelen kişilerle bendeki vücut aynı mı diye? 45 dakikada geçmeyi planladığım bu kısmı yer yer yağan yağmurun altında yaklaşık 55 dakikada  geçebilmişim. Cevap; sanırım aynı değil. Kendinizi neye alıştırdığınız çok belirleyici.

Kadriye Su Noktası-CP4 Atlas:
Enerji depolarını fullerken. :)
Yarış sırasında ilk CP noktası olan Atlas'a yeniden döndüğümüzü fark edemedim. 12,5K sürecek bu kısım yarışın zirve noktasında, 335m elevasyon kazanımıyla koşulan bir kısım. Zaman zaman sise grip çıkılan, yağışın çok olmasa da yüzünü biraz gösterdiği, parkurun diğer CP'lere göre biraz daha ağır olduğu yarışın en zor ikinci kısmı diyebilirim. Genel olarak çok zorlandım diyemem ama ara ara dengemi kaybederek kayıp düşme tehlikesi geçirdim. Bu biraz daha korkak ilerlemenize neden oluyor. Batonları baştan beri kullandım ama bu kısım sanırım en çok ihtiyaç duyduğum alan oldu. Çamur çepelek denince aklıma hep 2015 İznik Ultra geliyor. Süleymaniye-Derbent arasında Nisan ayında yağan kar Derbent Sonrasında özellikle inişlerde aşırı çamura bağlı kayıp düşmeler, hatta ayakkabıları parkurda bırakmalar, yağan yağmur ve benzer çamur adeta dejavu etkisi yarattı. Yine de o güne göre yarış tecrübesi ve artmış dayanıklılığın verdiği güvenle oldukça güzel geçtim diyebilirim. 2 saat süre biçtiğim bu kısmı Kadriye Su noktasından itibaren 1 saat 58 dakika gibi benim için süper bir zamanda geçmişim. Bu noktaya geldiğimde birilerini halen geçmediğimi fark ettim. Hedef zamanımın önündeydim ama önümdekiler ne kadar önümdeydi bilemiyordum. Atlas sonrası biraz da yorulmuş hissetmekle birlikte son kısmı biraz hızlı koşabilirsem belki önümde olan varsa yaş grubu koşucularını geçer ve kürsü yapabilirim diye düşünmeye başladım. 

CP4 Atlas-Finiş:
Sonlara doğru yardırmış gidiyorum...
Kimse beni geçmiyor ben de önümde kimseyi görmüyordum. Sadece son 5,5K ve 180m elevasyon kazanımlı bu kısım hızlı koşulabilecek bir alan. Ancak yağış bu kısmı oldukça ağırlaştırmış. Yorgunluğun da etkisi ile istediğim hızda gitmek zor oluyor. 45 dakika planladığım bu kısmı 54 dakikada koşuyorum. Bir ara acaba 7 saatin altında bitirebilir miyim diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonlara doğru giderek artan son enerji ve gayretle 6 saat 52 dakikada yaş grubu dördüncüsü olarak yarışı tamamlıyorum. Az farkla kürsüyü kaçırıyorum ama buna takacak durumda değilim. Başlangıçta 8,5 saat olarak planladığım bitirme süresinin 1,5 saat altında böyle bir parkurda bitirmek oldukça güzel ve tatmin edici bir sonuç. Parkurun da etkisiyle bugüne kadar koştuğum en hızlı 60K yarışım oldu diyebilirim. 

CP'ler arası geçiş süreleri.


Strava sayfamdan yarış analizine ait bir görsel.

Yeni parkurlar deneme hedefinin ilk ayağı olan Dağyenice Ultra yarışında oldukça keyif aldım diyebilirim. Hatta sene içerisinde uygun bir planla Ankyra SK ile gelip yarış parkurunu nasıl koşarız diye konuşmaya başladık bile.

Sonuç: Kontrol Dikotomisi.
İnsan ne kadar deneyimli olursa olsun patikalara çıktığında başına hep bir şeyin gelebileceğinin, bir şeyleri ters gidebileceğinin endişesini taşır. Bu hem deneyimin verdiği bilgiden ve ön görüden hem de mizacında yatan kontrol edebilme iç güdüsünden kaynaklanır. Yani bir yanı ile bilgi ve becerisi ile başına gelebilecekleri tahmin edip işin üstünden gelebileceğini bilir ama bir yanı da ya beklediğim gibi gitmezse kaygısı yaşar. Özellikle Ultra koşularda hava koşulları koşucuları çok strese sokan bir faktördür. Çok yağarsa, çok çamur olursa, üşürse, ıslanırsa, yağmur hiç durmazsa neler yapacağı hep aklının bir köşesindedir. Bazı sezonlar ve coğrafyalar, parkurlar bu tür koşullara  çok gebe. 
Bu yarış öncesi de kulağımın dibinde her koşucunun ağzından sürekli bu ve benzeri kaygı içeren cümleleri çok duydum. 
Sıradan bir yaşam felsefesi olarak Stoacılık bu tür durumlar için çok güzel sözler söyler. Epiktetos'un "Bazı şeyler bize bağlıdır, bazı şeyler ise bize bağlı değildir" sözü bu "Kontrol Dikotomisi'ni" en güzel anlatan sözlerden biridir. Parkura ayağınızın basacağı ana kadarki tüm hazırlıklarınızı -tam ve eksiksiz yapabilmeye gayret etmiş olmaya- siz hakimsinizdir. Ancak yarış günü olacak olanlara ve hava gibi, tahmin etmesi zor faktörlere siz hakim değilsinizdir. Neye üzülüp, neye sevineceğinize, hangi sonucun sizi mutlu edip, hangisinin sizi üzeceğine de buna göre kadar verebilirsiniz.

Sanırım hayatın ve deneyimin verdiği bilgelik de burada saklı. Neyin size bağlı olup neyin bağlı olmadığını anlayabilme gücü. Yoksa en baştaki sözün de dediği gibi kaçınılmaz olan acıyı çekmek de isteğe bağlı değil kendisi gibi kaçınılmaz olur. Parkuru ve yarışı sevmen yarışın da seni seveceği anlamına gelmez. İçselleştirilmiş de olsa bir hedefin sonuçları kontrol altında değildir ve bunlar için endişelenmek acı çekmenin de kaçınılmaz olmasını sağlar.  Büyük güçlerimiz yok ama Epiktetos'un dediği gibi seçimleri uygulama gücüne sahibiz. 

Seçimlerinizin hep daha iyi koşturacak ve daha fazla mutlu edecek yönde olması dileklerimle...


Yarışı bir de artılar ve eksiler yönüyle değerlendirmek istersem bir iki kelime de burada etmekte fayda var. Belki organizasyona da bu yönü ile olumlu ve olumsuz geri bildirimlerimizi kasıt olmaksızın iletebilmiş oluruz. Yarışın toplam muhasebesini yaptığımda sayamadığım artı ve eksilerini de dahil ettiğimde artıların daha fazla olduğunu çok net söyleyebilirim. Amaç daha da iyiyi hedeflemek.

Artılar;
  • Parkur güzel bir lokasyonda ve her seviyeden koşucuya hitap edebilecek özellikte,
  • CP'lerden fazla yararlanmamakla birlikte gördüğüm kadarıyla çeşitlilik az, 
  • Gönüllülerin oldukça güler yüzlü ve yardımsever olması,
  • Kayıt sırasındaki kontrollerin yapılıyor olması,
  • Parkur işaretlemesi ve CP noktaları eksiksiz diyebilirim,
  • GPX rotası.

Eksiler;
  • Konaklama için seçilen otelin kapasitesinin az olması nedeni ile şehir merkezinde konaklama zorunluluğu ve yarış günü ekstra erken kalkmanın gerekmesi,
  • Verilen promosyon ürünlerinin özensiz seçilmiş olması,
  • T-Shirt vermeyerek kayıt ücretleri daha makul seviyelere çekilebilir,











3 Ocak 2023 Salı

2022 Yılı Almanağı

 


Sanırım 2022 yılı bugüne kadar koşu anlamında geçirdiğim en verimli yıl oldu.

UTMB yarış programı bütün yıla yayılan irili ufaklı hazırlık yarışları yapmama neden oldu. Ayrıca hazırlıkların kendi programı da daha önceki yıllara oranla daha uzun saatler süren antrenmanlara ve buna bağlı kilometre ve elevasyon kazançlarına neden oldu. 

İlk yıllardaki yaptığım değerlendirmelerdeki gibi ekonomik parametrelerle ilgili olan belirlemeleri bu yılda kabaca vereceğim. Hem değişen kur farkları hem de yıl içi hesapları çok keskin bir şekilde tutmamış olmamın bunda katkısı var. Hesaplar bu nedenle kesine yakın ancak tam değildir. 

Bu yıl koştuğum her yarışın raporunu hazırlamadım. Özellikle daha önce koşmuş olduğum yarışları. Raporu olanları ise yarış ismine linkleri kopyalayacağım. 

Sıradan başlayalım.


2022 RUNTALYA Yarı Maratonu 21.1K

Ankyra SK'nın kalabalık ekibi.
06.03.2022 yılında 17.'si düzenlenen ve sezonun ilk yarışı olması açısından önemli ancak parkur olarak asfalt olması nedeni ile parkura özgü hazırlık yapmadığım bir yarıştı. Daha önceleri de katıldığım bu yarışta ana amaç teker dönsün, dostlarla sosyalleşelim idi. Ayrıca kafamda bir yarış var ve hazırlıklı olmalıyım diyerek antrenmanlara ara vermeyeyim, istikrarlı devam edeyim diye koşmak istedim. Öyle de oldu. Mart ayında olan bu yarış bizim gibi Ankara'da yaşayanlar için bu aylarda bahara kavuşmak gibi. Uzak da olsa 20K için Antalya'ya koşa koşa gidiyoruz. Gayet güzel bir havada dostlarla birlikte koştuk.

01:39:11 de bitirdiğim yarışta genel sıralamada 249. yaş grubunda erkeklerde 32. oldum. Dediğim gibi henüz ilk yarış ve asfalt parkurda hız yapmak gibi bir niyet olmayınca daha önceki derecelerimin altında ama keyifli bir yarış bitirdim. Bu yarışın kazanımı başlangıç için moral oldu. Özel bir antrenman olmaksızın ve yorulmadan yarı maratonu bu sürelerde bitirmek keyif verdi. 

Kabaca maliyetler;  137 ₺ kayıt ücreti, 1000 ₺ yol ücreti. ,450 ₺ Konaklama, 450 ₺ yeme içme

ALANYA ULTRA TRAİL 48K

02.04.2022 yılında yapılan yarışa teknik antrenmanların sonucunu görmek ve parkurunun zorlukları nedeni ile bu yılın hazırlıklarına katkısını görmek istediğim yarışlardan olduğu için katıldım. Yıl içinde UTMB hazırlığı için belirlediğim üç ana yarışta ilki bu yarıştı. 

Alanya parkuru itibari ile özellikle bazı alanlarda ki sert çıkış ve inişleri ile sezona hazırlık için iyi bir yarış. Elevasyonu çok olan UTMB'ye hazırlık açısından bu mesafede beklenen kazanımı sağlamasa da özellikle dağdan iniş etabında zorluk derecesi artan alanda bacaklarınızı test etmek için iyi bir fırsat sunabilir. Özellikle sona yaklaşıldığında ki sahil etabı ve hemen ardından gelen kale çıkışı sizi bekleyen zor şartlara hazırlık için güzel bir oyun alanı denebilir.

06:40:02 de bitirdiğim yarışta genel sıralamada 25. yaş gurubu erkeklerde 1. oldum. Yılın ilk sürprizi burada geldi. Bu sonucu beklemiyordum ancak 2019 yılında koştuğumda da birinci olduğum bu grupta hızımın artmış olduğunu fark ettim. Ayrıca 25 dakika daha hızlı koşmuş olmama rağmen diğer rakipler de hızlanmış görünüyordu. 

Sürpriz birincilik.


Yolda kar fotoğrafı çekmece.
Yarışa sevgili dostlarımız Cenk ve Burçe ile birlikte gidip geldik. Yol boyu yeme içme sırasındaki sohbetler ve yarenlikler süperdi. Ayrıca yarıştan bir gün önce hazırladıkları sürpriz doğum günü kutlaması da o güne damgasını vurdu.  

Dostlarla kahve keyfinde.
Dostluk beklentisiz ve içten olunca tadından yenmiyor. Yıllardır görüşemediğimiz sevgili dostumuz ve sınıf arkadaşımız Tonguç ve ailesi ile yarış sonrasında Alanya liman manzaralı önce kahvaltı ardından koyu sohbetli bol kahveli sohbetimiz hala aklımdadır. Bu anları yaşamak için yaşadığımı düşünüyor ve hissediyorum bazen. Keşke daha çok olabilse tüm yıla mayalayabilsem. Bu anlar canını sıkan her ne varsa bakteriofaj gibi yiyip yok edebilse keşke. Maalesef hayatın içinde acı da var. Çok sevdiğimiz dostumuz ve arkadaşımız Özlem'i de meme kanserinden kaybettiğimizi öğreniyoruz bu yolculuğumuzda. Artık zihnimizde ölmeyen anılar ve sevgiler sayfasında yer alacak.

Kabaca maliyetler: 450 ₺ kayıt, 1000 ₺ yol, 1200 ₺ konaklama, 1000 ₺ yemek, Sevgi Dostluk Paha biçilemez.

TAHTALI ULTRA BERG SKY 65K

Yorgunum ama yüzüm gülüyor.
Gözlerimin altı şişmiş.
13-14.05.202 tarihinde koşulan bu yarış benim için hazırlıkların ikinci kritik değerlendirme yarışı idi. Özellikle Tahtalı Dağı çıkış etabının hem zorluk hem de dayanıklılık açısından test değeri yüksek. Gariptir bu yarışa ikinci kez katılıyor olmama rağmen yarış ile ilgili rapor yazmamışım. Yıl için de beni ne engelledi bilemiyorum ama özellikle parkuru itibari ile bir raporu hak ettiği kesin. Artık belki seneye yazarım. 

Beslenme stratejisini de oturtmaya çalıştığım bir yıl olması nedeni ile Tahtalı yarışından aklımda kalan en önemli şey; başlangıçtan Beycik CP'sine kadar olan kısımda her şey yolunda giderken Beycik'ten sonra hızla düşen enerjim nedeni ile özellikle Tahtalı çıkışının ilk kısmında zorlanmak oldu. Beslenmem yeterli gelmemiş ve hızla enerjim düşmüştü. Ben toparlayana kadar önde götürdüğüm yarışı adeta rakiplerime gümüş tepside sunduğumu hatırlıyorum. Tabi bu yarışlar oturtmaya çalıştığım stratejileri denediğim yarışlar olduğu için çok da beklenmedik durumlar değildi. Kürsü hedefi olmamasına rağmen basit hata ile birinciliğin kaçması o günlerde beni üzmüştü. 

Yarışın bu yıl parkuru değiştirilerek ilk 30 kilometresinde düz ve çoğunluğu asfalt olan kısım kaldırılmış ve yerine Teleferik çıkışı konmuştu. Beni bu yarışta kendine en çok çeken şey bu değişiklikten çok yarışa gece start verilecek olması idi. Önemi uyumadan sabaha kadar koşabileceğim ve sabah yorgunluğunu deneyimleyebileceğim anlamına geliyordu. O günlerdeki yoğun iş tempom nedeni ile de yarışın olacağı gün akşam saatlerine kadar çalışıp yola çıkmış Burdur'da iki saat mola verip gece yarışa başlamak için Kemer'e 23:00'de varmıştım. Hızla hazırlanıp yarışa başladım. Sanırım yarış kitini alan en son kişi bendim. 

Sevgili Atilla'yı kutlarken.
11:10:15 de bitirdiğim yarışta genelde 6. yaş grubu erkeklerde 2. oldum. Yarış sırasında tanıştığım sevgili Atilla bana göre daha iyi bir performans sergileyerek az bir farkla önümde bitirerek birinci oldu. Ödül törenine katılamadığım için de ödülümü bana posta ile gönderdi. Nezaketli ve bu zarif hareketiyle beni çok mutlu etmesi bir yana böylesi zarif bir rakibe yenik düşmek bana " dostluk kazandı" dedirtti.

Yarışın ilginç anlarından birisi ise yarışmacılardan birinin geçirdiği kaza sonucu başında açılan derin cilt kesisine müdahale etmem oldu. Yarış sırasında bana zaman kaybettiren bu olay yarış sırasında ilk yardım ekipmanlarının ne kadar önemli ve hayat kurtarıcı olabileceğini hatırlattı. Maalesef yanında malzemeleri yoktu ve o halde kalsa yarışı bitirmesi zor olabilirdi. Siz siz olun kısa uzun parkur fark etmez ağırlık yapar endişesi ile bu malzemeleri taşımaktan imtina etmeyin.

Kabaca maliyetler: 528 ₺ kayıt, 1500 ₺ Yol, 250 ₺ yeme-içme


ULUDAĞ ULTRA TRAİL UPA 66K

Uludağ başlangıç anı. 
22-23.07.2022 de yapılan bu yarış yılın 3. teknik ve deneme yarışı idi. Hem artık biraz hızlı olmaya ve dayanıklılığı uzun süre sürdürebilmeye odaklı koşmayı istiyor hem de yarış boyunca CP'lerden yiyecek desteği almadan tüm yarışı koşabilmek istiyordum. Tahtalı yarışında yaşadığım beslenme sorununu burada yaşamadım. Daha planlı ve tamamen hıza odaklı beslenmeyi başarabildiğim için etkili bir sonuç aldım. 

Uludağ Ultra aynı zamanda parkuru ve elevasyon kazancı ile de dayanıklılığı ve teknik antrenmanların sonucunu görebildiğim bir yarış oldu. Başta hızlı giderek önümde kaybolan yaşımacıların sonrasında gerimde kalması bunun en güzel örneği idi. Buna maalesef bu kez sevgili Atilla'da dahildi. Sanırım benim Tahtalı'da yaşadığımı bu kez o yaşıyordu. 

Özellikle ağaçlıklı alanlardaki kök ve ıslak zemini nedeni ile seçtiğim bu yarışın bazı bölümleri birebir uymasa da UTMB parkuruna benzer. Bunu tahmin ettiğim için katılmayı istemiştim ve çok da isabetli bir karar vermişim. Yüksek irtifadan iniş ağırlıklı başlayıp daha sonra yeniden başlangıç noktası yaklaşık 2500m irtifaya çıkılan bu çanak gibi profile  sahip yarışa adeta sizin oksijen kullanım şartlarınızı iyice zorluyor. İnişin yanıltıcı kolaylığı çıkışa başlandığında burası nasıl çıkılacak demenize sebep oluyor. Temmuz ayı olmasına rağmen oldukça rüzgarlı havada başlayan yarış parkurun en alt noktasında bunaltıcı bir hava nedeniyle sizi zorluyor. Sonra yeniden rüzgarlı bir zirve ile adeta rüzgara karşı da bir savaş veriyorsunuz. Yorulmuş bacaklarınıza ekstra bir yük ve test. Bütün bunlara rağmen oldukça keyif aldım.

Ilgım bu fotoğrafı buraya koyduğumu görmesin. :)

Yılın tatil organizasyonunun ortasına denk gelen bu yarışa bu kez maaile gittik. Yarış sonrasında tatil programımızı başlattık ve yarış üzerine birlikte süper bir tatil yaptık.

Uludağ Kürsü. YG. 1.'lik.

08:51:31 de bitirdiğim yarışta genelde 8. yaş grubu erkelerde 1. olarak bitirdim. 

Yarış raporunu buradan okuyabilirsiniz.

Kabaca maliyetler: 600 ₺ Kayıt, 1000 ₺ Yol, 4100 ₺ Konaklama


ULTRA TRAIL MONT-BLANC (UTMB) 171K

Ve yılın A plan en önemli yarışı. Son iki yılımın koşu ile ilgili tüm planlarını gelip dayandırdığım ve katılabilmek için oldukça yoğun bir çaba gösterdiğim yılın tek yarışı. Bu yarış sonrasında biri hazırlıkları diğeri de yarışın kendisi içeren iki adet rapor yazdım. Hazırlık ve Yarış linklerine tıklayarak okuyabilirsiniz. Oldukça detaylı planlanmış bir sürecin sonucunda yarışın kendisi kadar sürecinden de keyif alınan neredeyse bir yıl süren bir programdı, projeydi UTMB.

Bazı sponsorluklar, bazı bağış kampanyaları ile hem sürece destek olunmasını hem de başka kişilere desteği amaçladıysam da bu noktada çok başarılı olamadım. Belki de projeme sponsorluk için destek istediğim iş dünyasını inandıramadım. Benim bu camiada çok popüler olmayışımdan da kaynaklanıyordur belki. Neyse sorun değil. Bunlar da zamanla aşılacak kavramlar.

UTMB bitiriş anı.
Sevgili Sertan o anı
ölümsüzleştirmekte.
Bu yarış özelinde ne öğrendim, ne aklımda kaldı dersem söyleyebileceğim en iyi şey sanırım süreç yönetimi olur. Yıl içinde fazla antrenman, beden yorgunluğu, iş hayatımın yoğunluğu ve kişisel sağlık sorunlarım birleşince ara ara koşmakla ilgili adaptasyonumu değil ama hayatımın özel alanlarını hazırlıkların olumsuz etkilediği anlar da oldu. Tüm bunları bir plan dahilinde yönetmeye ve en ufak detayı atlamamaya çalıştım. Bir birlikteliği olan, evli olan, adına ne derse desin birlikte yaşayan kişiler için bu tür programları tamamlayabilmek adına iyi bir ev-iş disiplininiz ve bunları sizinle birlikte yönetebilecek iyi iş birlikçileriniz olmalı. Sizin önemsediğiniz şeyler diğer insanlar için hiç bir şey ifade etmiyor olabilir. Olmasını da bekleyemezsiniz. Eğer destekleniyorsanız bu çok kıymetli. Bu konuda en büyük destekçim her zamanki gibi eşim Şengül'dü. Ev içi dengeyi sağlamak çoğunlukla ona düştü. Yarış öncesi, sırası, sonrası destekleri için ona sonsuz teşekkür ediyorum. Benim hayallerim için o da çok fedakarlık etmek zorunda kaldı ve belki kendi hayallerinden vazgeçmek zorunda kaldı.

Mavi halıya çıkmayı en az benim kadar hak eden tek kişi eşim Şengül'dür.

26.08.2022'de yapılan yarışı 37:43:16 da bitirdim. Genelde 612. yaş grubu erkeklerde 49. oldum.

Kabaca maliyetler: 305 € kayıt, 251€ Yol, 6500 ₺ konaklama

FRİG MEDIUM TRAIL 44K

Başlarken. Soldan; Ben, Gizem, Erdi, Bektaş.
17.09.2022'de yılın bonus yarışı olarak koştum. Aklımda koşmak yokken sevgili Gizem'e destek olmak amacı ile 44K koşmaya karar verdim. Bölgenin jeolojik özelliği Kapadokya'ya benzer. Parkuru düz, elevasyon kazancı yüksek değil. Bu nedenle sevgili Ceyhun'un tabiri ile "kelepir ultra" isteyenler için birebir bir yarış.

Sabahın erken saatlerinde başlayan yarışa Gizem'in temposunda ve tamamen kontrollü başladık. Yeme içme, dayanıklılık ile ilgili yapılması gerekenler, CP'lerde bekleme süreleri, rota takibi, enerji kontrolü gibi adeta konuları konuşa konuşa yarışı bitirdik. 

Yarışın sürpriz sonlu olması ilginç oldu. Bu yıl yarış içerisinde yaptığım ikinci tıbbi müdahale bu yarışta idi. Bitirmeye çok az kala bir koşucunun önümüzde bayıla yazması ve ona müdahale edeceğim diye yaş grubunda sonuncu olmam ilginç oldu. Süre ile ilgili bir hedef yoktu ancak yarışta müdahale için yarım saat kaybetmek de hedefte yoktu.

Kabaca maliyetler: 200 ₺ Kayıt, 300 ₺ Yol, 1000 ₺ Konaklama, 450 ₺ Yemek

CAPPADOCIA MEDIUM TRAIL 63K

Klasik start fotosu.
UTMB sonrası 15-16.10.2022'de hazırlıklarımın tam olduğunu düşünerek yılın son iddialı yarışını Kapadokya'da koşmak istedim. Daha önceleri kötü planlama, hastalıklar nedeni ile kaçırdığımı düşündüğüm kürsüyü bu kez yakalama umudundaydım. 

Yarış için özel bir antrenman yapmadım. Sadece CP aralarındaki süreleri nasıl geçmem gerektiğine ve hızlarıma odaklandım. Yeme içme stratejisi artık iyi çalıştığı için burada bir sürpriz beklemiyordum. Yarışın başından sonuna da iyi bir yarış çıkarttığımı düşünüyorum ancak bu yıl rakiplerin oldukça hızlı olmaları yine kürsüyü kıyısından kaçırmama sebep oldu.  

Ankyra SK ile yılın en kalabalık katılımını sağladığımız yarış oldu.

07:13:57'de bitirdiğim yarışta genelde 38 yaş grubu erkeklerde 4. oldum. Kapadokya'nın 63K parkuru koşmayı en çok sevdiğim mesafesi. Daha uzun bir parkuru denemeyi istemiyorum. Özellikle UTMB'ye puan alma avantajı da kalkınca artık bu yarışta daha uzun mesafeleri koşmayı istemeyebilirim. 

Akdağ'a varmadan hemen önce.
Türkiye'deki tüm yarışlar içinde Kapadokya en popüler ve en uluslararası olanı diyebilirim. Hem katılımcı sayısı açısından hem de bölge itibari ile turistik bir yerde düzenlenince yarışa ilgi de büyük. Bölge halkının bu yarışın önemini halen kavrayabilmiş olduğunu düşünmüyorum. Küçücük Chamonix kasabası tek bir koşu organizasyonu ile festival havasına döndürüp 100.000 kişiyi toplayabilmeyi başarırken çarşı esnafının kapanan trafik nedeni ile halen yakınması anlaşılır gibi değil. Kalabalığın istenmemesinin tek nedeni bölgede artan nüfusun kontrolsüz otel inşaatı ile çevreye verebileceği zarar olabilir ancak bunlar denetimli çalışmalar ile kontrol altında tutulabilir.

Kabaca maliyetler: 900 ₺ Kayıt, 1000 ₺ Yol, 2000 ₺ Konaklama, 350 ₺ Yemek


İDA HALF ULTRA 66K 

Yarış başındaki beşli ekip; Soldan Ben, Ceyhun,
Levent, Eyüp ve Yücel.
03.12.2022'de koşulan IDA Ultra belki de koşmaktan en keyif aldığım parkurdu diyebilirim. Doğası, Sezon itibari ile sürprize açık olması, mücadele ruhunu besleyen parkuru ile adeta yarışın başı ve sonu arasında nasıl başlayıp bitirdiğimi anlayamadığım yarıştır. 

Bu yıl 114K Parkurunun milli park sınırları içerisine alınan bir kısmı için antrenmanlar sırasında ortaya bir fikir atmıştım. Acaba biz de rotamızdan gönüllü çıkıp milli park içerisine girsek ve mesafeyi 80K'ya uzatarak zaman sınırına takılmadan bitirsek nasıl olur? Sevgili Ceyhun bu fikrime hemen sarıldı ve başladık hesap kitap yapmaya. İlk defa uzun koşacak sevgili Levent ve Yücel'le de böylece en uzun süre bir arada koşmuş olacak hem kendimize hem onlara destek olmuş olacaktık. 

Çok güzel bir Milli Park anısı.
Milli park içerisi gerçekten görülmeye değer. Her ne kadar içeride büyük yollar açılmışsa da göz alabildiğine ağaçları, gür dereleri görmek ve seyir terasından ayaklarınızın altındaki uçsuz vadiyi izlemek eşsiz bir deneyimdi. Çamlıbel CP'sine kadar ekiple birlikte koştuk. Buraya varmadan az önce zaman sınırına takılma olasılığımız nedeni ile son iki kilometre hızlanıp biraz kendimizi yormamız gerekti ancak buna değdi. Oldukça güzel bir zamanlama ile hiçbir CP'de zaman sınırına takılmadan ve zorlanmadan yarışı sevgili Ceyhun ile bitirdik.

Bu yıl ki koştuğum yarış belki de bugüne kadar Kaz Dağlarındaki en güzel hava şartlarında geçti. Bir önceki yılın yarışı gibi değil saatlerce süren yağmur altında koşmak bir yana, neredeyse kendi terimiz dışında başka hiçbir şey ile nemlenmedik bile. Organizasyona yarışı bitirir bitirmez böyle bir mesafeyi yarışa eklemelerinin daha akıllıca olacağını da iletmeden etmedik. Bakalım seneye göreceğiz.

Komik gelecek belki ama toplamda 82K'yı 13:03:39'da bitirdik.  Genelde 90. yaş grubu erkeklerde 13 oldum.

Kabaca maliyetler: 600 ₺ Kayıt, 800 ₺ Yol, 2700 ₺ Konaklama, 550 ₺ Yemek

87. BÜYÜK ATATÜRK KOŞUSU 10K

Ankyra SK bira arada.
25.12.2022'de yılın final koşusu87. Büyük  Atatürk Koşusuydu. Artık klasikleşen koşuya yine Ankyra SK. ile büyük bir ekip olarak katıldık. Mevsim normallerine göre çok da soğuk olmayan bir havada hafif kar sepelemesi altında başlayan koşu Ankara garında güzel bir havada bitti. 

Artık yorulmuş bedenim bu koşu için hiç zahmete girmeden yavaş yavaş rotada ilerledi. Koşu statüsü yayınlandığında eski orjinal rotasında koşulacağı söylenen yarış yine bir son dakika hamlesi ile koşmaya alıştığımız rotasına döndü. Yeter ki koşu olsun, yeter ki katılım olsun, buna da şükür diyerek koşuyu canlı tutmaya çalıştık.  

Sonuç olarak;

2022'de 239 gün aktivite yapmışım. Yılın %65.4'ü.

Spora 2022'de 433 saat zaman ayırmışım. Bir önceki yıla göre fazla.

239 aktivitenin 211'inde koşmuşum. En çok da Pazar günü koşmuşum.

En fazla Haziran ayında spor yapmışım. 

Toplamda 2905 kilometre katetmişim. Geçen yıldan daha az.

Bir seferinde en uzun 171K koşumu 37 saat 43 dakika ile UTMB'de koşmuşum. Bu bugüne kadar koştuğum en uzun süre.

Toplamda 79151 metre yükseklik kazanımım olmuş. Geçen yıldan 12000 metre daha fazla.

Tek seferde 10000 metre elevasyon ile en yüksek kazanım yine UTMB'de olmuş. Geçen yıldan 5600 metre daha fazla.

Hiç spor yapmadığım ay olmamış. 

Yarışmalarda 2 adet yaş grubu birinciliği, 1 adet yaş grubu ikinciliği almışım.

Son üç yılın kıyaslaması.







8 Aralık 2022 Perşembe

UTMB Mont-Blanc Yarışı (171K 10000D+)


"Hvad er ungdom? En drøm. Hvad er kaerlighed? Drømmens indhold."

(Gençlik nedir? Bir rüya. Aşk nedir? O rüyada gördüğün şey.)

Søren Kierkegaard.

Başlarken...

Rüyalarımın yarışına hazırım. Birazdan büyük bir aşkla başlayacak. Bu anın gerçekleşmesi için birçok zorluğa göğüs germek zorunda kaldım. Şansın da yardımı ile burada ve andayım...

Başlarken. 

26 Ağustos saat 18.00. Chamonix. Başlangıç takının altı. Vangelis'in Conquest of Paradise (Cennetin Fethi) müziği eşliğinde az sonra start verilecek UTMB'ye başlamayı beklerken aklımdan geçenler bunlardı. Neredeyse koca bir yıl bütün planlarımı bu yarışa göre yaptım. Antrenmanlar, mental hazırlıklar, beslenme programları. Yeme-içmesinden, uyumasına, sosyal programlara, tatil programlarına, özel hayatıma kadar her şeyi bir program dahilinde yaşadım. Önceki yazılarımı okuyanlar hatırlayacaklardır, yarışa katılım şartlarını sağlayabilmek için bile neredeyse son iki yılımı uzun yarışlar ve bu yarışlar için gereken antrenmanları yapmakla geçirdim. 

Ve sonunda belki de bu ve benzeri yarışların kapısını bir daha kapanmamak üzere açan UTMB yarışına katıldım. Yaşadığım tüm süreç zorlu ve yorucuydu elbette ama bana göre yarışı bir o kadar da keyifli ve güzel kılan sağlıklı ve iyi bir sürede bitirebilmenin  hazzıydı. Tıpkı S. Kierkegaard'ın sözlerinde yakaladığım anlam gibi hazırlıklarım bir rüya, yarış ise rüyada gördüğüm aşk gibiydi.

Detaylara elbette geliriz ama son yıllardaki UTMB yarışının kendi içindeki değişikliklerden biraz bahsederek raporda yavaş yavaş ilerleyelim istiyorum. Sadece ilgilendiğiniz alanlara göz atarak da raporu kısım kısım okuyabilirsiniz. Bir şey kaçırmamanız için birbiri ile çok ilintili bölümler halinde yazmamaya dikkat edeceğim. 

Nedir bu UTMB?... 

UTMB namı diğer Ultra Trail Mont-Blanc yarışı. Fransa'nın Chamonix kasabasından başlayarak Alpler üzerinde sırasıyla Fransa, İtalya, İsviçre ve yeniden Fransa Chamonix'ye döndüğünüz 171K uzunluğunda ve sonunda 10000m yükseklik kazanımı elde ettiğiniz Avrupa'nın zorlu ve bir o kadar da popüler Ultra maratonu. Zorluğu sadece koşunun yaklaşık 1800m ile 2500m arasındaki bir yüksek irtifada ve zor patikalarda geçmesi değil aynı zamanda bu yarış için gerekli ön koşulları elde ettikten sonra bir de kura ile katılım hakkı kazanmanız gerekmesinde. Kura kısmında gerçekten şansa ihtiyacınız var çünkü katılıma istekli binlerce kişi arasından seçilebilmek küçük bir olasılık. Yani hem yeterli olmanız hem de kurada adınızın çıkması ön koşullar arasında. 

UTMB son yıllarda katılım ön koşulu için gerekli olan puan sistemini değiştirerek World Series (Events, Majors ve Finals) adında dünya üzerinde yeni bir seri başlattı. Katılım için eski puan toplama sistemi yerini serilerden alınacak (stone) taş tabir edilen puanlara bıraktı. Eski sistemin son katılımcıları olmak açsında da ayrıca şanslıydı-k-m. İlerde biraz bahsedeceğim. Daha detaylı bilgi, katılım koşulları ve yarış parkurları ile ilgili bilgileri UTMB resmi sitesinden edinebilirsiniz.


Ulaşım ve Konaklama...

Yol üstü durağımız. Milano.

Yarışa başvuru yaptığınız anda daha kuranın size çıkıp çıkmayacağını bilmeden halletmeniz gereken en önemli konulardan biri ulaşım ve konaklama. Chamonix'ye varabilmek için ilk önce Türkiye üzerinden hangi ülkeye gideceğinize karar vermeniz gerekiyor. Genellikle tercih edilen yolculuk önce Cenevre'ye uçmak, oradan Chamonix'ye varmak yönünde. Bu sene birlikte yarışa gideceğimiz ekip ile biz önce İtalya'ya (Milano) oradan da Aosta vadisi ve Courmayer üzerinden Chamonix'ye gitmeyi tercih ettik. Bunun daha zor bir yol olduğunu ise yolculuk sırasında yaşadıklarımız ile anladık. O nedenle ulaşım tercihini Cenevre üzerinden yapmak ve UTMB'nin sitesinde bahsettiği kolaylaştırıcı ara taşıyıcı otobüs, tren yolculuklarını kullanmak daha kolay ve akıllıca olabilir. Biz ekip olarak zaman baskısı altında olmadığımız ve ekonomik olması için diğer ulaşım yönünde tercih kullandık ancak İtalya'da hava alanına iniş sonrasında yaşadığımız kapalı oto kiralama firmaları, ara bağlantılardaki zaman kayıpları, otobüs firmalarının zamanlamalarının istediğimiz sıklıkta olmayışı gibi bazısı sürpriz bazısı planı düzgün yapamamaktan kaynaklanan süreçler yüzünden yolda çok uzun bir zaman kaybettik. Bu zaman kaybını az da olsa Milano'yu gezmeye çalışarak telafi etmeye çalıştık. 

Konaklama için bulduğumuz yer ve oda şartları fiyat performans açısından uygundu. Son ana kadar bekleyip yer ayarlama konusunda geç kalmış olmakla birlikte şansımız yaver gitti. Çünkü rezervasyonu son zamanlara bırakmış olmanın bazı zorluklarını yaşadık. Chamonix için uygun fiyatlı bir yer bulmak mümkün olmadı örneğin. UTMB sitesinde konaklama için birçok öneri mevcut. Bu kısmın önceden iyi incelenmesi ve konaklama konusunun en başından halledilmesi önemli. 

Chamonix'ye çok yakın Les Houches'de bir dağ evinde konakladık. Les Houches etkileyici manzaralara sahip kayak merkezlerinden biri. Ayrıca ününü "Ecole de Physique des Houches"'e ev sahipliği yapmasından alıyor. Bu ünlü fizik yaz okulunun olduğu köyde iki fizik profesörü (Bekir ve Eyüp Hocalar) ve eşim Şengül ile konaklamak oldukça ironik bir anlam kattı seyahate. Yarış boyunca otobüsle Chamonix'ye ulaşım ücretsiz olduğu için yaklaşık 8K mesafedeki bu yerleşim yerinde konaklamak hiç zorluk yaratmadı. Hatta oldukça sessiz ve müthiş bir dağ manzarası mevcuttu. Hemen yakınında bir alışveriş merkezi olması da ihtiyaçlarımızı gidermek için avantaj sağladı. Ekonomik seviyeye göre her türlü konaklama imkanı mevcut ancak özellikle yarış zamanı yaşanan kalabalıktan dolayı imkanların sınırlı olduğunu bilmek önemli.

Kayıt, Fuar alanı...

Kayıt anı.

Yarış kaydınızı merkezdeki bir spor salonunda yaptırıyorsunuz. Önceden aldığınız randevu saatinde orada olmanız isteniyor ancak bu saate çok uyulmadığını da duyduk ve gördük. Yarış malzemelerinizin kontrolü standart bir prosedür ve sitede üstüne basa basa yazılmış. Ben kayıt sırasında bir malzeme kontrolüne tabi tutulmadım ancak sıradan ilerlerken biraz rastgele bir seçim ile malzeme kontrolü yapıldığını gördüm. Neye göre karar verdiklerini bilemiyorum ama herkese yapılmadı. Malzemelerinizin tümüyle hazır ve istenene uygun olması kontrol açısından değil yarış sırasında bir sorun yaşamamanız açısından çok önemli. İstenen malzemelerin yarışın web sitesinde çok ayrıntılı bir şekilde tanımlanmış. Tam olarak isteniyor olmasının oluşabilecek her türlü sürpriz hava koşulu ve önceki deneyimlerde edinilen tecrübeler sonucunda olduğunu düşünüyorum. 

Klasik Ankyra SK pozumuz. 
Ben ve Bekir Hoca.



Fuar alanı görsel olarak çok göz doldurmuyordu. Ya da benim ilgim azdı. Herhangi bir malzeme satın almayı düşünmediğim için de fazla gezmedim. Başka ülkelerin yerel yarışlarının tanıtıldığı alanlar daha çok ilgimi çekti ve bazları ile ilgilendim. Bu kısımda 2022 yılı için Kapadokya yarışını tanıtan Türk ekibi ile karşılaşmak ve yarış öncesi rotaya ilişkin tüyolar almak güzel oldu.

Hazırlık...

Hazırlıklarım ile ilgili başlı başına bir rapor yazdım. İçinde beslenmenin de yer aldığı bu rapora buradan ulaşabilirsiniz.

Malzemeler...

UTMB resmi sitesinde her yarışta olduğu gibi zorunlu malzemeler listesi ve bu malzemelerin teknik yeterlilikleri detaylarıyla belirtilmekte. Yarış öncesi kayıt sırasında malzeme kontrolünün çok sıkı tutulduğunu görmesem de zorunlu malzemeleri yanınızda bulundurmamanız kayıt sırasında sorun oluşturabilir. Bu konuda bazı arkadaşların basit elastik bandaj için bile yaşadıkları sıkıntıyı duyunca kontrol ekibinin bunu sıkı tuttuğunu düşünerek zorunlu malzemeleri tam da olması gerektiği gibi tamamladım.

Bu malzemeler dışında hava durumuna göre önerilen yaz veya kış ekipmanları istenebiliyor. Ayrıca zorunlu olmayan fakat önerilen malzemeler de var. Neredeyse tamamını yarış öncesinde eksiksiz edindim.

Yarış için bazı malzemeleri yeni alıp denemek ve yarışta kullanmak istedim. Birçoğu zaten var olan malzemeler olmasına rağmen, bazılarında daha kaliteli ürünler tercih ettim. Hemen hemen hepsini yarıştan önce denedim. Şimdi bunlardan biraz bahsedip yarış sırasındaki performanslarını bana göre aktarmaya çalışacağım. 

Salomon Sense Ride 4 

Salomon'un bu modelini yarış öncesi almış ve denemiştim. Salomon'ların Sense Ride modellerinin genel özelliği bence çok sağlam ayakkabılar olması. Türkiye'de iyi bir pazar bulmuş olmasının yanında herkesin ayağı için çok uygun kalıpları olduğunu düşünmüyorum. Özellikle Türk ayak yapısının biraz taraklı, Salomon modellerinin bir çoğunun ise biraz dar kalıp olması bu uygunsuzluğun ana sebebi. Daha önce hangi modelini denersem deneyeyim mutlaka tırnak düşmesi ile sonuçlanmasına rağmen bu modelinde taraklı yapısı nedeni ile sorun yaşamadım. Hem antrenman hem de 60K yarışlarında bolca test etme imkanım oldu ve UTMB'nin 72K'sında olan Courmayeur drop-bag noktasına kadar beni rahatlıkla taşıyacağını düşündüm için bu ayakkabıyı tercih ettim. Taban desenlerini seviyorum. Contagrip yapısı yola adeta tutunuyor. Farklı modelleri ile ıslak ve çamurlu zeminlerde de koştuğum için sürpriz bir hava durumunda beni yolda bırakmayacağını düşündüm. Bağcık sisteminin pratik ve serbest kalan ucunun dile saklanabiliyor olması özellikle ağaç kökü gibi takılması kolay alanlarda çok işe yarar bir özellik. Bu bağcık sisteminin bir dezavantajı özellikle arkadaki aşil destek kısmının yukarıda olması ve bağcığın da ayak bileğini daha yukardan kavraması nedeni ile uzun çıkışlarda aşil tendonuna olan baskıları bir miktar artırabiliyor. Bu bağcık sisteminde ayakkabının son düğüm noktasının yerini değiştirebilmeniz mümkün değil.  Taban destek kısmı birçok ayakkabı ile aynı sertlikte. Hill drop seviyesi orta seviyede. Artık eskiye oranla daha yüksek ve yumuşak tabanlar tercih edilmekte. Özellikle arazi yarışlarında. Bir zamanların sıfır drop ayakkabılarından kaçış var gibi. İç yüzeyi giydiğiniz çoraplara zarar vermiyor. İç taban için kullanılan standart malzeme ile koştum ve ekstra bir destek kullanmadım. Bazı ayakkabı modellerinin ortopedik taban sunmak adına arttırılmış destekleri benim ayaklarımı rahatsız ediyor. Bu modelde oldukça rahat ettim. Ağır bir model olmayışı ayrıca işinizi kolaylaştıran bir faktör.

Hoka One One Speadgoat GTX

İkinci ayakkabı olarak Hoka'yı seçtim. Bunun ilk nedeni Ultra dünyasında en sık tercih edilenlerinden birisi olması ayrıca tabanının yumuşak ve desteğinin fazla olması idi. Özellikle ikinci yarı için yorulmuş ayak kaslarını daha fazla destekleyeceğini düşünmüştüm ki tam da düşündüğüm gibi bir sonuç aldım. Yıl içinde yarışlarda değil ama sert zeminlerde deneyerek tutunmasını, ıslak zemin ve kök zemin performansını deneme şansım oldu. Bence oldukça başarılı. Taban deseni de tutunmayı sağlar nitelikte. Yarışlarda özellikle yağmur ve çok ıslak zemin yok ise Goretex pek tercih edilen bir yüzey materyali değil ancak Türkiye'de ayakkabıyı aldığım dönemde hem tekstil yüzeyli modeli hem de daha uygun fiyatlı bir ürünü tercih etme şansım yoktu. Biraz da zorunluluktan GTX almış olmama rağmen ayağımı içinde huzursuz etmedi. Deneme koşularında tabanının bu yumuşak yapısı nedeni ile çabuk deforme olduğunu fark ettim. Bu bizim gibi yılda 4-5 ayakkabı eskitebilen bir koşucu için fiyat performans açısından sorun yaratabilecek bir özellik. İç yüzeyde ayaklarımı rahatsız eden bir batma, dikişli yüzeyin dokunması yoktu. Hatta orta genişlikte taraklı yapısı ayaklarımı rahat bile ettirdi. Yarıştaki performansına gelince ayak bakımımda yaptığım bir hatadan dolayı sol orta parmağımın tırnağı deforme ve bu parmağın alt yüzeyinde sürtünmeye bağlı küçük bir su toplaması oldu. Yarış sırasında ayaklarımın uzun süre içinde kalmalarına rağmen ciddi bir sorun yaşamadım. 

Decathlon Su Geçirmez (Yağmurluk) Üst

Yedek malzeme olarak yanımda bulundurmak istediğim bir üründü. Zorunlu malzeme listesinde var ve teknik standartları oldukça detaylı anlatılmış ama en temel özelliği yağmur geçirmez üst (10000 Schmerber denen bir standartta-bu sayı olabildiğince yüksek) olmalı. Ayrıca teri de kolayca dışarı atabiliyor (RET.4,9-bu sayı olabildiğince düşük) olmalı. Yarış sırasında kullanmak zorunda kalmadım. Daha önceki yarışlarda kullandığım başka bir ürünü kullandım ancak yarış öncesi denemelerimde de gördüğüm kadarı ile ürün oldukça başarılı. Hafif, su geçirmeyen, hava alabilen, cepli bir ürün. Katlanarak çantaya sığabilecek küçücük bir hale gelmesi de büyük avantaj. Tüm yarış boyunca birçok ürün kullanmak zorunda kaldığınız için ürünlerin hafiflik ve katlanabiliyor olması büyük avantaj. Fiyat performans açısından da düşünülünce tercih edilebilir bir ürün.

Decathlon Su Geçirmez (Yağmurluk) Alt

Aynı materyalin alt için kullanılan parçası. Denediğim kadarı ile yeterli olabilecek seviyede bir ürün. Beden seçerken üzerinize tam oturan ürünü tercih etmeniz iyi olabilir. Zira altta tayt gibi ürün ile birlikte kullanılınca çok dar bir ürün alma riski doğabilir. Yarışta da kullanmak zorunda kalmadım ancak zorunlu malzemeler listesinde yanınızda bulundurmanız gereken malzemelerden. Fiyat performans için iyi bir tercih olacağından daha pahalı bir ürün yerine bu ürünü tercih ettim. Chamonix Decathlon mağazasında da aynı ürünün satıldığını görmek oralarda da tercih edildiğini gösteriyor bence. 

Baton


Baton bu yarışların bence olmazsa olmaz ekipmanlarından. Her ne kadar zorunlu değil önerilen malzemelerden de olsa iyi bir baton kullanıcısı yarış süresine, dayanıklılığının sürdürülebilir olmasına bu sayede çok katkı sağlar diye düşünüyorum. Türkiye'deki uzun yarışların özellikle zor etaplarında Decathlon batonu kullanıyordum ve bunu da paylaşmıştım ancak UTMB ve elimdeki batonların ağırlığı ve katlanamıyor olması düşünülünce bir tık daha hafif ve performansı yerinde bir ürüne geçmek istedim. Önce Aonijie baton aldım. Üç parça alüminyum, ipli ve kolay açılıp kapatılabilen, hafif (162gr) ve fiyat performansı iyi bir ürün aldım. Yarışlarda kullanarak denedim ancak aklımda hep karbon bir baton ile yarışa girme fikri vardı. Bunun için Leki'nin Ultratrail FX.One modelini tercih ettim. Karbon batonların teknik özellikleri ve faydalarından daha çok bizim gibi ülkeler açısından çok pahalı ürünler olması en önce söylenecek şey sanırım. Ürünün teknolojisi arttıkça maalesef maliyeti de artıyor. Özellikle ülkede bulunmaması, kur farkları da eklenince ürünün fiyatı alıp başını gidiyor. Bunlar dezavantaj ama yukarıda saydıklarımın dışında başka bazı avantajları da var. Batonu sizin ağırlığınızı bütünü ile taşıyacak, üzerine tamamen abanabileceğiniz teknik bir destek gibi düşünmemeli. Koşarken hem dengenize hem de gücünüze destek verebileceğiniz kadar yardım alabilirseniz, koşu formunuzun akışkanlaştığını fark edebilirsiniz. Aksi halde batonla cebelleşmek de mümkün. Leki'nin avantajlı olduğu yönler; hafif olması, üç parçadan oluşması, kolay açılıp kapanabilmesi ve özel tasarım eldiven desteği ile birlikte gelmesi. Batonu tutmak için özel bir tutamak ile birlikte tasarlanmış olması çok büyük bir avantaj. Kavrama kısmının mantar olması hem terlemeyi azaltması hem de yumuşak bir yüzey sağlaması açısından olumlu yönü. Hatta bu model için bu yüzeyin uzunca olması tırmanışta aşağıdan tutabilmenizi de kolaylaştırmakta. 

Bellik (Pole Belt)

Batonu taşımak için sırtta bir sadak yerine bellik tercih ettim. Çünkü bu ürünlerin avantajı bence yükü vücudunuzun ağırlık merkezine yakın bir yerde taşımanıza izin verdiği için uzun sürecek bir yarışta koşu formunuzun yorgunluğa bağlı bozulduğu anlarda yorgunluğu azaltıyor. Ayrıca fazla sayıda cebi olması da buralara yiyecek, jel, yedek batarya veya cep telefonu gibi malzemelerinizi koymaya olanak sağlıyor. Bazı ürünlerin çok esnek materyalden yapılması koşu sırasında batonların sallanarak belinize darbe yaratmasına sebep olabiliyor. Bu nedenle ürünün uygun bedende seçilmesi çok önemli. Bazı ürünlerin ise kalın polyester tabanlı tekstilden üretilmiş olması bel bölgesinde gereksiz terlemelere yol açabiliyor. Bu ürün iki yönüyle de rahatsızlık oluşturmadı. 

Kafa Lambası

Kafa lambası ürün seçerken en zorlandığım ekipman oldu. Ne ile karşılaşacağımı bilemediğim için alacağım ürünün ihtiyaçlarımı karşılayıp karşılamayacağı zorladı. Deneyimli kişilerden aldığım bilgilerle de Petzl Swift RL 900 Reactive ürününe karar verdim. En temel kriter yüksek lümenlerde uzun süre aydınlatabilmesi. Soğuk havadaki performansı da ayrıca önemli. 

UTMB parkurlarını düşündüğünüzde 200 lümen altında bir ürün kesinlikle iş görmez. Çoğunlukla kullanılan 300 lümen seviyesindeki bir aydınlatma özellikle reactive modda uzun süre kullanabilmenize olanak sağlıyor. Yedek bataryası ile bir yarışı hiç şarj etmek zorunda kalmadan sadece batarya değiştirerek bitirebilirsiniz. Hafif olması özellikle önemli. Kafanızda taşıdığınız bu ürün bir süre sonra yorucu olabiliyor. Yeni ürünlerde batarya ile lamba bölümlerinin birbirinden ayrı olması bu ağırlık sorununu ortadan kaldırabilmek için. Biraz daha fazla ödeme yaparak böyle bir ürün de edinebilirsiniz. Suya dayanıklılığı, koşu sırasında şarj edebilme kolaylığı, ayrıca UTMB'ye özel Petzl teknik destek ekibinin yarış boyunca sorununuza müdahale edebilecek destek ekibini bulundurması çok kıymetli avantajlarından. 

Sırt çantası 

Yine edinmeden önce en çok kafa patlattığım ürünlerdendir. Sonunda Raidligt Responsive 10L almaya karar verdim. Yanında özellikle iki adet soft flask suluğu ile gelmesi fiyat performansını olumlu etkiliyor. Çantalarda olması gereken standartları fazlasıyla karşılıyor. Dahili düdük, nefes alabilir tekstil, baton taşımayı kolaylaştırıcı bağlama düzenekleri gibi. Detayda bu ürünün iç yüzeyinde içine koyduğunuz kıyafetlerin yağmur ya da terinizden daha az etkilenebileceği ayrı bir gözü bulunmakta.
Sırtınıza giydiğiniz anda ceplerine koyduğunuz ürünlerin kapladığı alana göre vücudunuzu tam olarak sarıp koşu sırasında sallanmasını engelleyen özel bir ayarlama düzeneği de mevcut. İç yüzeyinin terletmeyen file bir kumaş ile kaplanması avantajı olmasına rağmen sırtta baskı oluşmasını engelleyen ince sünger tabakası yine de sırtınızda terin birikmesine neden olabiliyor. Yanında gelen soft flaskler artı bir özellik olmasına rağmen kapak sisteminin kolay açılıp kapanmaması dezavantaj yaratıyor. Çanta sağlam bir tekstile sahip. İç yüzeyindeki dikiş kısımlarının düzenli olması özellikle üzerinize giydiğiniz tekstil ürünlerin yıpranmasına neden olmuyor. Vücudunuza uygun bir beden aldığınızda da özellikle kol altlarında meydana gelebilen sürtünmelere bağlı cilt yaralanmalarının oluşmayacağını düşünüyorum. Son bir detay da öndeki bağlama noktaları nabız için kullanılan göğüs bandının üzerine baskı oluşturmayacak bir seviyede. Ancak çanta ön ceplerine yerleştirilen ürünlerin bazen fazlalığı ve uzun süre üzerinizde durması bu baskıyı arttırıcı olabiliyor. Bu nedenle göğüs bandı cildinizi yaralayabilir. Fiyat performans oranı orta diyebileceğim bir ürün.

Gözlük

Ultra koşularda gözlük göze yabancı cisim kaçmasını engelleyen önemli bir koruyucu ekipmandır. Karşıdan gelen ışığı engellemesi, görmenizi engellememesi önemli özellikleridir. Güneşli bir günde araziye odaklanmanızı kolaylaştırır. Kullandığım ürünün en önemli özelliği çok hafif, kırılmaz ve aynı zamanda gelen ışığa göre kararan camlarıydı. Bu nedenle gece çıkarıp gündüz takmak zorunda kalmayacağınız bir ürün. Çerçeve kısmının biraz büyük olması ayrı bir avantaj. UTMB sitesinde ani kar yağma olasılıkları da dikkate alınarak gözlüğün yüzü kaplayan şekilde olması özellikle öneriliyor. Gözünde kırma kusuru olan kişiler için bugün artık bu tür gözlüklerin neredeyse tamamında olan bir iç miyop çerçeve takılabilme özelliği de mevcut. Çok pahalı bir ürün olmaması nedeniyle fiyat performans oranı çok başarılı.

Beslenme...

Bu yarışı özel yapan yanlarından bir diğeri de beslenme için yapılandırılmış bir diyet programı uygulamamdı. UTMB 171K hazırlık raporumda diyet programının temellerini ayrıntıları ile anlattım. Burada yarışa özgü neler uyguladığımdan bahsedeceğim.

Ana strateji yarış boyunca CP'ye hiç ihtiyaç olmayacakmış gibi yiyecekleri yanımda taşımak şeklindeydi.  Özellikle karbonhidrat (CHO) ve elektrolit desteği için gerekli olan tüm besinleri yarış boyunca taşıdım.  Courmayeur drop bag noktası ve buraya kadar olan kısım ile buradan sonra diğer kısım için iki temel paket ve içeriklerini yarış öncesi düzenledim. Aşağıdaki tabloda her iki kısımda neler tüketileceğini görebilirsiniz.  

  • CHO kaynaklarım; çantamdaki  jel, hurma, Carb3 toz CHO, cevizli sucuk yanında CP'lerden aldığım makarna, haşlanmış pirinç, ekmek, elma ve muzdan oluşuyordu. 
  • Sıvı desteğini; CP'lerden sağladım. Sadece su (gazlı ya da soda değil), çay, kahve ve çorba ile sıvı desteği sağladım. Hem sıvı hem de sıcak içecek olarak çorba, çay ve kahve çifte kazanç sağladılar.
  • Protein olarak; yağsız peynir tükettim. 
  • Elektrolit ve katı gıda desteği için; CP'lerden edindiğim muzları, küçük bretzel krakerleri, Dextro enerji tabletlerini tükettim. 

CP'ler bence çok yeterli. Birçok ülkenin katıldığı bir yarışta hem her ülkenin doğal tüketim alışkanlıklarına cevap verebilmek hem de bu kadar çeşidi bir araya getirmenin mümkün olamamasına rağmen bence yeterli çeşit ve besin kaynağı vardı. Bazı et çeşitleri, özellikle şarküteri ürünlerini  günlük tüketim alışkanlıklarım arasında da yer almadığı için yarış boyunca hiç yemedim. Peynir çeşitleri içinse yarış öncesinde sert ve koyu sarı olanların yağ içeriğinin fazla olacağı gerekçesi ile diyetisyenim ile tüketmeyelim şeklinde planlamıştık. 

Bu gıdaların kabaca enerji miktarlarını hesaplayarak alternatif olabilecek gıdaların bir listesini de oluşturmuştum. Ki yarış sırasında çok işe yaradı. Özellikle Courmayeur CP'sinde yedeklediğim jellerimin tamamını Refuce Bertone CP'sinden sonra fark etmeden yolda düşürdüm. Bu büyük bir enerji kaybına neden olabilirdi. Hızlı emilim avantajını kaybetmekle birlikte bunu sonraki CP'lerde  makarna ve ekmek desteği ile aştım. Gayet de güzel çalıştı.

Gündüz etaplarında CHO'ları daha çok jellerden, gece etaplarında ise sıcak servis yapabilen CP'lerde çorba, makarna ve pirinçten sağlamaya çalıştım. 

Bu belge üzerinde stratejik bilgileri taşıması bakımından çok önemli.
Öncelikle her CP geçişindeki zaman dilimlerini,
geçilen zaman dilimlerine ve yükseklik kazanımlarına göre gerekli olabilecek enerji miktarını
ve bunun hangi kaynaklardan sağlanacağını,
ayrıca en altta yazan kısa özet not ile bu sınırlara uyulamaz ise
revize edilecek zaman limitlerini ve ortalama pace'ini gösteriyor.


Yarış öncesinde bu yıl edindiğim alışkanlığı burada da sürdürmek ve yanımda hazır not taşımak için göğüs numarasının arkasına hangi CP'de hangi kaynakların kullanılacağını tek tek yazdım.
Yarış sonrası çip toplayan adam ortadan sökünce 
henüz fotoğraf çekemeden bilgilerin bir kısmı gitti gördüğünüz gibi.
Ancak bu belgeyi hazırladığım kaynak bir önceki excel metinde orjinal hali ile eksiksiz mevcut.
(CS: Cevizli Sucuk, H: Hurma, J:Jel, D: Dextro Tablet, Carb: Carb3 CHO, M: Muz)

Yarış...

171K'yı her ayrıntısına kadar anlatabilmem sanırım zor. Bu parkurda ilk defa yarıştığım için her noktasını ezbere hatırlamıyorum ve sanırım gereksiz de olacak. Çünkü ben de parkura ilişkin verileri hem bu yarışı daha önce koşmuş Sertan Girgin, Elena Polyakova, Derya Duman gibi deneyimli kişilerle konuşarak hem de kayıt edilmiş onlarca yarışmanın videolarını izleyerek öğrenmeye çalıştım. Bu başlık altında daha çok yarış boyunca parkurun bence zorluklarını, keyif aldığım noktalarını, CP'lere ilişkin gözlemlerimi, yarışmanın geneline ilişkin gözlemlerimi anlatmayı deneyeceğim. 

Beklerken. 

Bu yarışın belki de en görkemli yanı başlangıç anı. Öyle güzel bir organizasyon ile bu anı sizin için ölümsüz kılmışlar ki şölen havasında başladığınız bir yarışa stresli başlamanız eğer çok kaygılı biri değilseniz neredeyse imkansız. Yarışmaya sadece sunucunun komutlarıyla sergilenen coşku ve havaya girme hali ile değil, aynı zamanda oradaki tüm seyircilerin de dahil olduğu müthiş bir destek ve coşku hali ile başlıyorsunuz. Sanırım bunu çok az yarışta görebilirsiniz. Belki amatör sporcular için değil ama profesyonel sporcular için de bitiş anı en az başlangıç kadar coşkulu ve seyircili bir ortamda geçiyor.

Başlamadan hemen önce
yere oturmuş bekliyorum.

Yarış başlangıcı için alanda yarış anından çok önce olmanız gerekiyor. Yarış numaralarınıza göre önceden bir başlangıç pozisyonu belirleniyor ancak yarışma alanı bu şekilde başlangıca izin verebilir ölçüde ayrıştırılmadığı için dileyen dilediği yerde sıraya girebiliyor. Başta bu biraz yer kapma telaşına neden olabiliyor. Hatta yarıştan hemen önce buluştuğumuz Sertan son önerileri verirken "artık kalksanız iyi olur, başlangıçta önde olmanız ilerde gelişecek sıkışıklıkta sorun yaşamamanızı sağlar" diye bizleri uyardı. Bununla birlikte yarış kalabalığının orta yerlerinden bir yerden adeta omuz omuza, ite kaka yine ortalarda bir yerde kendimize yer bulabildik. Başlangıç anına ilişkin onlarca videoyu YouTube'dan bulabilirsiniz. Ben sizinle yarış sonrasında hazırlanmış hediye videomu paylaştım. Burada da kalabalığı görünce ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.

Chamonix (Başlangıç)-Les Houches...

Yarış tam da beklendiği gibi yerel saatle 18.00 PM'de, etrafına selam veren, video, fotoğraf çeken yarışmacıların heyecanlı ve bir o kadar da neşeli halleriyle neredeyse emekleme hızında başladı. Chamonix oldukça küçük ve sokakları dar bir kasaba. Bu coşkun kalabalık sıkış tıkış şekilde kasaba çıkışına kadar bir arada koşmak zorunda kalıyor. Başlangıç anında gerçekten dikkatli olmak lazım. Çünkü çoğu kişinin dikkati yarışmanın heyecanı ile bence biraz dağınık. Yarış boyunca da sıklıkla gözlemlediğim yarışmacıların birbirine bilmeden uyguladığı güvensiz davranışlar özellikle bu başlangıç anında pek bir fazla. Fotoğraf çekmekle meşgul birinin önünüzü tıkaması, batonu elinde sallayarak yarışa başlayan birinin sizi yaralaması pek mümkün. Belki ben bu konuda çok hassasım bilemiyorum. Bu nedenle daha başlar başlamaz bu konuda çok dikkatli olmaya çalıştım. Ne birine zarar vermek ne de zarar görmek istemezsiniz haliyle. Hassasiyetim biraz da yarışa hazırlık aşamasında iken okuduğum yarış raporlarının bazılarında sporcuların birbirini yaralamasına verilen örneklerden dolayı gelişmiş olabilir. Bu sebeplerden bu yarışa başlarken ne video ne de fotoğraf konusunda dikkatimi dağıtmamak için fazla bir efor sarf etmedim.

Kasaba içi asfalt yol kısa bir süre sonra bir aracın geçebileceği büyüklükte patika yola bağlanıyor. 8K'lık ve 128m yükseklik kazanımı olan bu etap zor olmayan, oldukça keyifli, bir kısmı orman içi düz bir etap. Henüz yarışın başındasınız ve etraftan destek bu kısımlarda devam ediyor. Kendinizi birden akışa kaptırıyorsunuz. Ara ara daralan yollar sıkışıklıklara yavaşlamalara neden oluyor. Burada sabırlı olmak en iyisi. Yarış uzun. Yarış başında WC işini halletmiştim ama belki de heyecandan daha 5K'ya gelmeden sıkıştığımı hissettim ve çiş için durmuş bir iki kişiyi de görünce ben de durdum. Bu noktadan sonra yarışa birlikte başladığımız Bekir Hoca ile bir daha yollarımız kesişmedi. 

Bekir Hoca ve Eyüp Hoca ile yarış için birlikte kuraya katılmış ve kader birliği yapmıştık. Biraz da onun şansı ile katılım şansı yakaladım sanırım. Eyüp Hoca OCC parkurundaki doğal katılım hakkını bu yıl bizimle birlikte koşmak için kullandı. Mesafelerimiz aynı olduğu için Bekir Hocayla yıl boyunca da yarışa birlikte hazırlandık. Çok uzun mesafeleri ve bazı antrenman yarışlarını hep birlikte koştuk. Artık birlikte koşmak konusunda bir rutin oluşturduk diye düşünüyorduk ki kime sorsak kendi temponuzda koşun, UTMB'de birlikte koşmak konusunda ısrarcı olmayın uyarısı alıyorduk. Buna rağmen yarışa birlikte başladık ve gidebileceğimiz yere kadar birlikte gideriz diye düşünmüştük. Ama benim baştaki çiş molam ve yarışın yarısına kadar onun iyi giden performansı nedeniyle de ona yetişemeyecek fark oluşmasına neden oldu. O önde kaldı bense arkada. 

Les Houches-Saint Gervais...

Les Houches'e vardığımda kalabalık grup henüz seyrekleşmediği için CP noktası biraz karışıkça idi. Suyunu almaya çalışan, daha başta birbiriyle çarpışan derken bu alanda fazla durmadan yanıma aldığım yiyeceklerden yiyerek ve azalmış suyumu yedekleyerek CP'den hızla uzaklaştım. Temel stratejim ana CP olarak belirlediğim CP'lerde uzun dinlenme, gıda, kıyafet değişimi ya da kendi sağlık kontrolüm ve belki gerekirse uyku ihtiyacını giderebileceğim noktalarda uzun kalmak, diğer görece küçük, açık alan, yüksekte veya çadır CP'lerde olabildiğince az konaklayıp su ve yiyeceği hemen alarak yarışa devam etmekti. 

Eğer önceden bir destekçi belirlediyseniz 'base camp-ana kamp' tabir edilen CP'lerde destekçinizden yardım alabilirsiniz. Her CP'de destekçiden destek alamıyorsunuz. Yarışa başlamadan önce eşimin bana destek verip-vermemesi konusunu çok konuştuk. Ulaşımın otobüsle sağlanacak olması, belki de sadece bir tane noktada istenen ölçüde destek verebilecek olması nedeni ile destekçi olmamasına karar verdik. Bu kararı vermek zor oldu. Eğer bir destek alınırsa bu çok işe yarayabilir ama aynı zamanda destekçinizin de sizin kadar yorulabileceği anlamına da geliyor. Yarış sonrası gerekli görmediğimiz  desteğin özellikle ikinci gece için çok işe yarayabileceğini fark ettik. 

Les Houches'ten çıkar çıkmaz artık patika yollarla ve sizi bekleyen Alp'lerle tanışmaya başlıyorsunuz.  Kayak pistinden devam eden yola varmadan önce dar bir yolda kalabalık yüzünden kağnı hızında ilerleyebiliyorsunuz.  Kayak pistine çıkış ve sonrası Saint Gervais'e kadar yol oldukça iyi. Çok teknik denemez ama dar bir patika inişi ile Saint Gervais  asfaltına çıkıyorsunuz. İniş sırasında özellikle ağaçlık alana varınca kararan havanın da etkisiyle ilk akşamınıza merhaba demiş oluyorsunuz. Burada kafa lambası artık gerekli çünkü o meşhur ağaç kökleri çok sık olmasa da burada yolunuzun önündeki önemli tuzaklardan biri. 13K kadar bir mesafede 955m yükseklik kazanımı mevcut. 

Saint Gervais-Les Contamines...

Saint Gervais'a vardığımda (Cuma 09.09 PM.) artık akşam olmuştu. Burada gözüm bir ara Bekir Hoca'yı aradı ancak göremedim. Hızlıca su eksiklerimi tamamlayıp yemem gerekenleri yemeye odaklandım ve zaman kaybetmeden hızla CP'den ayrıldım. Bu CP aklımda yarış öncesi kendime notlar alırken Loreal firmasının dağlardaki etnik bitkilerden oluşturduğu meşhur güzellik kremleri ile kalmış. Akşam saatlerinde buraya varırken maalesef dağların güzelliğini kaçırıyorsunuz. Ayrıca başka bir güzelliği de yarış anında gözden kaçırmışım. Yarış sonrasında videolara bakarken CP'nin çok yakınındaki Saint Gervais kilisesine kafamı çevirmeden yanından geçmiş ve görmemiş oluşuma hayıflandım. Oysa ne güzel bir yapıymış ve ne güzel ışıklandırılmış. Belki siz bu hataya düşmezsiniz. 

Bu CP yarış boyunca en düşük rakımda olduğunuz yer. Bundan sonra bir daha bu seviyede koşmuyor ve bitirirken Chamonix'ye inişte ancak bu rakıma yaklaşıyorsunuz. Bir sonraki CP ilk ana kamp. Oraya varmak için vadi içinde düz bir alanda 10,2K kadar koşup toplamda 1581 yükseklik kazanımı almanız gerekiyor.

Saint Gervais sonrası sizi geniş fakat hafif eğimli uzun sürecek tırmanışınızın ilk kısmı bekliyor. Önce Les Contamines sonra La Balme ve ardından gelecek Croix Du Bonhomme'ya kadar yaklaşık1330m yükseklik kazanımı olacak. 

Les Contamines- La Balme...

Les Contamines'de Çadır CP'ye girdiğimde (Cuma 10.40 PM.) içeride ne kadar çok insanın olduğunu, kiminin yemek yemekle, kiminin geceye hazırlık için üst baş değiştirdiğini, kiminin eşinden dostundan destek aldığını gördüğümde bir an bu kadar insan ne ara buraya vardı diye aklımdan geçirdim. Hazırladığım koşu planına sadık gittiğimi düşünmekle birlikte acaba yavaş mıyım düşüncesi oldu bir an. Bunlara takılmamak gerektiğini yarış ilerledikçe anladım çünkü bu kalabalığın bir kısmı gerçekte bu mesafede bir yarışı benim gibi ilk defa koşuyor ve hızlarını ayarlamak konusunda çok tecrübesiz. Bunu şimdi yarış sonundaki bitirememe-bırakma sayılarına bakarak daha rahat söyleyebiliyorum. O nedenle kalabalık gözünüzü korkutmamalı.

Planımda ana kamp olduğu için uzun kalabilirim diye düşündüğüm bir CP idi. Kendimi yokladığımda ise burada uzun süre durmamı gerektirecek bir ihtiyacım yoktu ve sıvı-yiyecek desteğimi alıp, üst baş değiştirmeden yoluma devam ettim. İnsan bir CP'ye girdikten sonra orada biraz beklemek istiyor.  Ancak fark etmeden oyalanmak çok mümkün olduğu için bunu kendinize sürekli hatırlatmalısınız. Bu yılki yarışlarda yiyecekleri yanımda taşıyarak CP'lerde fazla zaman geçirmeden ve dinlenmeden yola devam antrenmanları da yaptığım için fazla beklemeden hareket etmek beni psikolojik olarak da yormadı ve dinlenemedim hissine kapılmadım. Aksine CP sonrasında  özellikle bir şeyler yedikten sonra hemen koşmak da zor olduğu için koşamasan bile yürü ama durma, hem üşümez hem de zaman kaybetmezsin diyerek kendimi sürekli güdüledim. 

35. kilometrede HOKA ışık şov alanı vardı. İçinden geçtiğiniz bir ışık tüneli ve hemen sağınızda rengarenk ışık tarlası. Sanırım burada her sene farklı aktiviteler oluyormuş. Buraya kadar da koşulabilir düz bir parkurda ilerliyorsunuz. Hemen ardından tırmanışın başladığı alan geliyor. Henüz gece yarısı olmadığı için etraf hareketli ve gençlerin yaktığı kamp ateşleri ve alkollü, neşeli çığlıkların arasında koşuyorsunuz. Tırmanış uzun ve yorucu. La Balme'ye kadar duraksamadan tırmanıyorsunuz.

La Balme-Les Chapieux...

Gece yarısını çok az geçe (Cumartesi 12.16 AM.) La Balme'ye vardım. Yorulmuş olmakla birlikte fazla vakit kaybetmeden CP'den ayrıldım. Açık alanda çadır CP'sinde sıcak bir çorba ve çay içtikten sonra geri kalan yokuşu tırmanmak için devam ettim. Gece ile birlikte başlayan soğuk durduğunuz anda üşümenize neden oluyor. Burada üst değiştirmek için duran birçok kişi vardı ama ben yoluma devam ettim. CP'ler arasında  çip kontrolünün yapıldığı ara geçiş noktası olan yerler de var ve bu noktalar için söylenecek pek bir şey yok. Kontrol amaçlı ve genellikle zirvelerde veya zor geçitlere konuşlanmış noktalar buralar. Yarışın etabını daha güvenli hale getiren noktalar bence. Ayrıca da uzun etap aralarını daha küçük mesafelere böldüğü için kısa sürelerle bir kontrol noktasından geçeceğinizi bilmek güven ve moral açıdan destek veriyor. Bu ara noktalardan biri olan Croix Du Bonhomme'den Les Chapieux'ya kadar önce geniş ardından dar bir patika ile inmeye başlıyorsunuz. Çok teknik bir parkur denemez ancak gece yarısı inmeye çalıştığınız bu kısım yorucu ve dikkat gerektiriyor. Takılıp düşeceğiniz pek bir engel yok ama hızlanamıyorsunuz da. Tekli patikalar yer yer yükseklik farklarına sahip ve oyuk oyuk. Bunu algılamanız zor olabiliyor. Bu da hızınızı düşüren bir faktör.

Les Chapieux-Lac Combal...

Les Chapieux'a sabahın köründe (Cumartesi 02.30 AM.) vardım. CP'ye gelmeden önce zirvede üşüdüğüm için yağmurluğumu giydim. Artık ilk gecenin ortası ve ilk yorgunlukların da başladığı anlar. Enerjinin azalması ile birlikte daha kolay üşür hale geliyorsunuz. Bu CP planlarımda yarışın dörtte birinin bittiği nokta idi. 50. kilometrede ve bu CP'de malzeme kontrolü yapılıyor. Sizi karşılayan görevli bir masa üzerinde resimleri duran malzemeleri kontrol ediyor. Fazla zaman kaybetmeden çadır alana geçebiliyorsunuz. Bundan sonra sabaha kadar karanlıkta gidileceği için özellikle kafa lambasını sormayı ihmal etmediler. 

İlk uzun beklemeyi bu CP'de yaptım. Burası ana kamp olmamasına rağmen önceki CP'lere göre en zengin kamp diyebilirim. Dinlenebileceğiniz banklardan oluşan bir alanı var ancak gece yarısında burada fazla zaman geçirmek kasların soğumasına neden olabilir. Bu nedenle ben de 15 dakika ile kendimi sınırladım ve yeme içme sonrası hızla CP'den yürür adım elimde çaylarımla ayrıldım. Bu CP'ye kadar tüm CP'lerde birçok yarışmacıyı geride bırakarak gitmeme rağmen bu CP'de bu kadarcık bir bekleme süresi ile birlikte tam 82 kişi beni geçivermiş. Yerinizi, sıranızı, sürenizi takip edebileceğiniz hatta acil yardım çağrısı verip yarışı bırakma kararı verirseniz bunu yarış anında bildirebileceğiniz online bir telefon uygulaması var ve telefonunuza yarış öncesinde yüklemeniz zorunlu. Ben yarış içerisinde iken bu uygulamaya hiç bakamadım. Organizasyonun yarış boyunca bana yarış sıramı ve süremi mesaj ile anlık iletmiş olduğunu yarış sonrasında fark ettim. Belki biraz dikkatli olsam burada daha az zaman kaybedebilirdim.  

Col De Siege

Les Chapieux'den çıkar çıkmaz sizi asfalt bir yol bekliyor. Patikalara alışkın bacaklar için sert bir yüzey. Abartılı ölçüde uzun diyemem ama UTMB parkurunda ara ara buna benzer sürpriz yerler var. 

Lac Combal'e varmadan zirve noktası olan 60. kilometredeki Col De Siege Fransa İtalya sınırının olduğu yer. Artık buradan sonra başka bir ülkedesiniz. Buraya çıkarken yokuşlar hiç bitmeyecek gibi geliyor. Yarış öncesi Sertan'dan aldığım tüyoda bu noktada arkama bakmamı istemişti. Arkanızda oluşan uzun bir ışık yılanı çok etkileyici bir manzara. Tepeye vardıktan ve bir 3 kilometre daha gittikten sonra oldukça dar, dik, zor ve kısmen teknik bir iniş ile Lac Combal'e varıyorsunuz. Tam dağlardan aşağı inerken gün doğumu beni burada karşıladı. İlk geceyi, zor bir parkuru sabaha yakın bir saatte sorunsuz geride bırakmış oldum.

Lac Combal-Checrouıt...

Lac Combal'e sabah ilk ışıklarla birlikte (Cumartesi 06.29 AM.) vardım. Çok yorgun hissetmemekle birlikte sabah için bir kahve içerek ve beslenerek dinlenme molası verdim. Ana kamp iki sonraki CP'di ve orada uzun dinlenme vermeyi planlamıştım. 

Zaman kaybetmeden harekete başladım. Bu andan itibaren hava hem aydınlanmaya hem de ısınmaya başladı. Gölü geçer geçmez sizi bir tırmanış bekliyor. Bu noktadan Courmayeur'e kadar hızımı biraz arttırdığımı hatırlıyorum. Biraz lunapark hız treni gibi inişli çıkışlı yollarda ve tekli patikalarda önümdeki kişilerden yol isteye isteye ilerlemeye başladım. Derin oyulmuş bu tekli patikalar birilerini geçerken yoldan çıkıp tekrar girmenize neden oluyor. Sakatlanmamak için benden daha yavaş giden birisinden yol istemek daha akıllıca geldi ve 'sağdayım', 'soldayım', 'pardon' diyerek ilerlemeye çalıştım.

Checrouit-Courmayeur...

Checrouit bir teleferik istasyon. Buraya vardığımda (Cumartesi 08.05 AM.). geceden üzerimde olan yağmurluğun artık fazla geldiğini fark ettim ve çıkardım. Zaman kaybetmemek için bir şeyler yiyip içtikten sonra çantama yağmurluğu sokuşturmak yerine belime bağladım. Coumayeur inişi oldukça dar, tozlu, ağaçtan ve köklerden bol, zikzaklı bir iniş. Bir iki kere yağmurluk düştü durup çantaya koymak yerine elime alıp devam ettim ama bu çok da doğru bir davranış olmadı. Konsantrasyonumu bozdu ve bir iki kez batonum köklere takıldı. Neyse ki ciddi bir sorun yaşamadım. İniş sırasında bacaklarımda biraz ağrılar hissetmeye başladığımı fark ettim. O an pek önemsemedim ama daha sonradan yarışın neredense bir çeyreğinin çok ağrılı geçmesine sebep olacak quadriseps acılarımın başlangıç noktasıymış.

Courmayeur-Refuge Bertone...

Courmayeur'a gelirken yolda ara ara eşimle telefonlaştık. Bekir Hocadan haber veriyor ve benim durumumu aktarıyordu. Görünen o ki yarım saate yakın bir fark ile önde gidiyordu. Ben CP'ye girdiğimde (Cumartesi 08.45 AM.)  ya çıkmış ya da çıkıyor olacaktı. Bu nedenle CP'ye girer girmez çok kalabalık olmasına rağmen gözüm onu aradı ancak bir türlü göremedim. Kendi ihtiyaçlarıma odaklandım. Bu noktada yarışın ilk yarısı bitti diye düşünmek çok mümkün ama çok da  aldatıcı. Daha 80. kilometredesiniz. Yine de ben burayı kafamda yarısı gibi düşünmeyi sevdim.

Courmayeur uzun dinlenme planladığım Drop Bag noktasıydı. Burada sıcak yiyecekler yedim içtim ve eksilen sıvılarımı tamamladım. Üst baş ve ayakkabı ile çoraplarımı yeniledim. Ayaklarıma hızla bir göz attığımda bir sorun yoktu. Buraya kadar Salomon Sense Ride 4, diğer yarıda ise Hoka One Speed Goat 4 Goretex kullandım. İkisinin de iyi tercih olduğunu düşünüyorum. Hoka ile hafif su toplaması ve bir tane tırnak vurması sorunu yaşamakla birlikte bu kadar uzun mesafe için sorun bile denemez. Her şeyi eksiksiz ve plana uygun yaptığımı düşünerek 28 dakikalık bir sürede hazırlanıp CP'den çıktım. 

Courmayer Refuge  Bertone arası sert bir çıkış. Tekli patikada artarda dizilmiş onlarca kişi arasında pek birbirimizi geçme hevesi olmadan yol almaya devam ettim. Drop Bag noktasından dinlenmiş olarak çıkıyorsunuz ancak biraz da soğumuş bir şekilde kendinizi birden sert bir yokuşa vuruyorsunuz. 4.8K mesafeyi oldukça yavaş bir hızda çıktım. Courmayeur inişinde yorulan bacaklarım çıkış sırasında yorgunluğun izlerini ilk defa burada verdi. Geride daha 100K var ve bu yorgunluk belirtilerini dikkate almalı mıyım, yoksa yükselen güneşin ya da uykusuz geçen gecenin etkisi de var mı tam olarak kestiremiyorum. Sabah başlayıp gece bitirdiğim, gece başlayıp sabah bitirdiğim yarışlarım oldu ancak bu yarışa kadar 19 saati geçen bir yarışım olmadığı için vücudumun tepkilerini sürekli analiz etmeye ve anlamaya çalışmak bile bir süre sonra zihnimi yormaya başladı. Yine de şimdi baktığımda kendime şaşırdığım nokta çok yavaş ilerlediğimi düşündüğüm bu kısım da bile 29 yarışmacıyı geride bırakmışım. 

Bu tür çıkışlarda baton çok kıymetli bir ekipman. Yükünüzü azaltan, destek olan, dayanıklılığınıza katkı sağlayan ekipmanlardan. İlk defa bir yarışta bu kadar çeşitlisini gördüm. Sabit uzunlukta, katlanabilen, karbon ve pahalı olanından, tıpkı kayakçıların kullandığı vücut şeklinize uyarlanmış eğilip bükülmüş olanına kadar onlarca çeşit. Artık bu sahada bir spor ekonomisi de oluştuğu apaçık çünkü iki yerde sizin ekipmanlarınızın istatistiğini tutanlara rastladım. Biri ayakkabı diğeri baton markaları ile ilgili kayıt tutuyordu. Birileri sporun içindeki tüketici davranışlarını da merak ediyor belli ki. Belki ilerde ülke, yaş, cinsiyet gibi kırılımlar ile daha spesifik ürünleri daha özel gruplara pazarlama çabasında olabilirler. Şimdilik altında pek bilimsel kaygılar yok gibi. 

Refuge Bertone- Arnouvaz...

Refuge Bertone'nun manzarası çok hoş. Vardığımda (Cumartesi 10.33 AM.) kısa bir göz banyosu yapıp sularımı doldurma işine giriştim. Gönüllüler inanılmaz gayretli ve destekçiler. Sizin ne isteyebileceğinizi adeta sezinliyorlar. Buraya kadar buna çok şahit oldum. Sıra beklemeden, suluklarınızı alıp, doldurup geri vermeye kadar destek mükemmel. Bu CP açık alanda üstü tente ile örtülmüş bir CP.  Burada eşimle bir kez daha konuştuk. Bekir Hocayı sordum. Yarım saat gerinde dedi. Belli ki Courmayer'de onu görememiştim ve daha uzun bekleme yapmıştı. Sorun yaşamış olabileceği hiç aklıma gelmedi. Oysa Courmayer öncesi bir batonu kırılmış ve tamir için CP'de çok oyalanmak zorunda kalmış.

Arnouvaz'a koşarken dağdaki yan geçiş en keyif aldığım yerlerden biri oldu. Alp dağlarının  görebileceğiniz en güzel yerlerinden biri diyebilirim. Dağlar ve buzullar adeta size rehberlik ediyor. Bir yanı ile yol gösterirken bir yanıyla da dağın içinden taşmış görüntüleriyle heybetli buzullar seslerine kulak vermezseniz ne kadar tehlikeli olabileceğini size hatırlatır gibi. Arnouvaz'a kadar adeta manzaranın büyüsünde ilerledim. Quadriceps'ler alarm vermeye başlamasına rağmen hızımda çok azalma yoktu. Ta ki Arnuvaz'a inerken hiç de zor olmayan bir eğimde canım iyice yanmaya başlayana kadar.

Arnouvaz-La Fouly...

Arnouvaz'a öğlen saatlerinde (Cumartesi 12.42 PM.) vardım. Arnouvaz CP'si çadır ve oturabilecek alanlar mevcuttu. CP'de çok kalmamayı planlamakla birlikte sonrasında artık hızımın azalacağını tahmin etmeye başladım. Zira bacaklarımdaki ağrılar giderek arttı. Bunun olacağını bilirsiniz. Sadece alarm bulgusu nedir onu anlamaktır işiniz. Ne kadar risk almalıyım, ne kadar yavaşlamalıyım, nerede durmalıyım? Kısa ya da uzun her koşuda bütün hesap kitap bunun üzerinedir. Bu yarış da dahil olmak üzere tüm yarışlarımı artık sağlığım hangi noktadan sonra bozulur  diye düşünerek koşmaya çalışıyorum. Yaş grubu sporcusu olduğumu pek aklımdan çıkaramıyorum. Çünkü bizim gibi amatörler için sporun sürekliliği tek bir yarıştaki üst düzey başarıdan daha kıymetli diye düşünüyorum. Eğer uzun süre patikalarda sağlıklı kalabiliyorsanız ve akıllı antrenmanlar yapıyorsanız kendi yaş grubunuzun içerisinde zaten bir yer buluyorsunuz. Bu da ayırabildiğiniz zaman ölçüsünde bir tık yukarıda ya da bir tık aşağıda olabiliyor. 

Ön sezilerim ve yarış tecrübelerim ağrıların özellikle Courmayeur'e kadar hızlı indiğim kısımların kaslarda yaratmış olduğu stresten olduğunu söylüyordu. Hızımı yeniden gözden geçirip dinlenmeye biraz zaman ayırabilirsem sorun ortadan kalkabilirdi ancak buna pek zaman kalmayabilirdi çünkü geri kalan etapta zorlu iniş ve çıkışlar vardı. Ben de kendi süremi revize ederek devam etmeye karar verdim. 

Yarış öncesi tüm sporcular bitiriş süreleri ile ilgili tahminde bulunur ve planlarını buna göre yapar. UTMB size yarıştan önceki haftalarda sizin deneyiminizdeki bir sporcu için bu parkuru bitirebileceğiniz süreyi tahmin ediyor ve mail ile bildiriyor. Hatta sizin kendi sürenizi planlayabilmeniz için de bu sitede hesap yapabilmenize olanak sağlıyor. Bana gelen süre biraz iddialı bir süre olduğundan yaptığım tüm antrenman ve yıl içindeki yarışlarıma göre 35 saat (çok iyimser) ile 42 saat (tahmin edememe) arasında bir kaç olası bitiriş ve CP'lere varış sürelerimi hesapladım. Courmayeur'e kadar biraz hızlı gitmemin sebebi 35 saat hedefini yakalayabilir miyim düşüncesiydi. Olamayacağını ise Arnouvaz'a varınca anladım. Bu acılarla aynı hızı devam ettirmem zor görünüyordu. Süreyi bu nedenle 38-40 saate revize ettim. 

Arnouvaz'a veda ettiğinizde sizi Grand Col Ferret'e çıkış ki bu yarışın 2529 metre ile en yüksek noktası bekliyor. Çıkışa başladığımda bir aksilik vardı.  Beslenme sırasında çantamı çıkarıp sırtımı biraz dinlendirmiştim ve fazla da oyalanmadan çıktım. Bazı koşucularla CP'ler de hep karşılaşıyor olmak bir süre sonra bir kader birliği gibi göz göze gelmenize neden oluyor. Sanki o size bir şey söyleyecek siz ona bir şey söyleyecekmişsiniz gibi saniyelik bakışmalar yüzünüzde tebessüme neden oluyor. Yarış boyunca bu anları yaşamakla birlikte nasılsın gibi basit bir soru ile birlikte konuşma başlatmak istemedim. Bu kasıtlı tavrım CP'lerde kendime odaklanabilmek içindi. Buna rağmen bedenimden gelen bir iki sinyali ihmal ettiğimi fark ettim. Drop Bag noktasında kıyafet değişimini sadece üst için yapmış şortumu değiştirmemiştim. Bacak aralarına sürtünmeyi azaltıp yaralanmayı engelleyecek krem kullanmıştım. Bunun yeterli olmadığını çıkışın başında adımlarım sırasında hissettiğim acı ile anladım. Sanırım şortun üzerinde uzun süre duran ter bu yaralanmaya sebep olmuştu. Bununla birlikte nabız bandımın da sürtünme ile göğüs ortasında derin izlere neden olduğunu fark ettim. İlk yardım kitimin içerisindeki cilt kremleri ile bu noktada müdahale ettim ve nabız bandını çıkardım ancak yarış sonuna kadar keyifsiz bir hisse sebep olacağı ve ağrı yapacağı belli oldu. 

Tepeye vardıktan sonra La Fouly'ye kadar iniş mevcut. Tam hızlanayım diyeceğiniz türden ancak bu kısımda bacaklarımın ağrısı istediğim hızda inmeme kesinlikle engel oldu. Tırmanırken sorun yoktu, düz alanda sorun yoktu ancak inerken zorlanmaya başlamıştım. Yarışlar sırasında kesinlikle bir ilaç kullanmıyorum. Ağrı kesici ya da başka bir şey. Bu bana hem doğru gelmiyor hem de vücudumdan gelen önemli sinyalleri algılamamın önüne geçebilir hissettiriyor. Nerede durmam gerektiğini bilemezsem bence daha büyük sorun. Antrenmanlarda yaptığım onca destek ve güç çalışmalarına rağmen halen en zorlandığım kısmın inişler olması moralimi bozmakla birlikte durmadan yoluma devam ettim. 

Yarışın başında start anında çişeleyen yağmur burada yeniden yüzünü gösterdi ve kısa bir anlığına yağdı. Durup üzerime yağmurluğumu geçirdim ve bundan sonra da yağmur dursa bile yaklaşan geceyi de düşünerek bir daha üzerimden bitişe kadar çıkartmadım. 

La Fouly-Champex-Lac...

Bacaklarımdaki onca acıya rağmen yine çok sevdiğim kısımlardan biri idi La Fouly Champex Lac arası. Dere kenarından, orman içinden geçerek ilerlediğiniz yol ve çok bakımlı La Fouly kırsalı göz doyurucu. Öğleden sonra (Cumartesi 03.47 PM.) vardım. Çadır ve büyük bir CP. Burada uzun beklemem gerekti. Bacaklarım bana ihanet edercesine acısını arttırmıştı. Biraz dinlenmenin iyi geleceğini düşündüm. Yaklaşık yirmi dakika kadar kaldım. Her yarışta bacaklarda ağrılar vardır ama daha önce benzer bir ağrı ile karşılaşmamıştım. Ya da bu kadar uzun sürmemişti. Cut off (zaman sınırı) sürelerine çok uzak olduğum için hızımı azaltmakta hiç sakınca yoktu. Baştaki planıma uymamış olsam da yeni bir revizyona da gerek yoktu. Beklerken ayaklarımın durumunu, mental durumumu gözden geçirdim. İyiydim. Sadece artık yorulmak üzereydim ve yarışın henüz dörtte üçü bitmiş geride tırmanmam gereken üç büyük çıkış vardı. Üstelik bunları ikinci gece geçmek zorunda kalacaktım. 

Champex Lac için çıkışa başladığımda nabzımın yükselmediğini fark ettim. Ağrıların yanında bir de bunun çıkması hiç hoş olmadı. Bu hiç alışık olmadığım bir durum ve ne kadar önemli bilemedim. Bir çeşme başında dinlenerek azalmış olan enerjime geciken reaksiyon olarak düşündüğüm durumu kontrol altına almaya çalıştım. Bir ritim bozukluğu değil, düşük ya da yüksek nabız da değil sadece koşuya geçtiğim sırada nabzımın yanıt olarak yükselmemesi. On beş dakikalık bir dinlenmeden sonra az kalan CP'ye hareket ettim. 

Champex-Lac-Trient...

Champex-Lac'a (Cumartesi 06.48 PM.) vardığımda hava henüz kararmamıştı. Planları yaparken buradaki çadırın büyüklüğü nedeni ile uyumak için iyi bir nokta olabileceğini değerlendirmiştik. Ancak bu saatte ve bu kadar yorgunken uyumam mümkün değildi. CP'de geçirdiği zamanın büyük kısmını üstüme kuru ve uzun kollu bir şeyler giymek için harcadım. Ana istasyondu ve çocuklarıymışçasına eşlerine ya da sporcularına bakım veren, yediren, giydiren insanlar vardı. Bir an biri beni giydirse en azından çantamı toplasa ne iyi olur diye düşündüğümü hatırlıyorum. Artık yavaş yavaş geceye gireceğimiz için ve yarış öncesi beslenme stratejisinde sıcak içecek tüketmek gerektiği ile ilgili konuşmalarımızı hatırladıkça sıcak çorba ve çay tüketmeye çalıştım. Refuge Bertone CP'sinden sonra yanıma aldığım jellerimi düşürdüğüm için yol boyu bu açığı kapatmak için de makarna, ekmek ve bunları biraz da kolay tüketebilmek için çorba içtim. Geleneksel soğan çorbasının biraz gaz yapabileceğini ve mümkün ise tüketmeyelim uyarısına rağmen içmek zorunda kaldım diyeyim. Son 50K çekiş gücüme değil ama itiş gücüme büyük katkı yaptı. :) Yarış öncesi bu CP'deki meşhur Turta konusunu da konuşmuş ve sindirimi bozma olasılığı var uyarısı almıştım. Bu nedenle çok canım çekse de plana bu kez sadık kalıp tüketmedim. Siz özellikle bu yarışı koşarsanız ilkini değil ama ikincisini yemeyi ihmal etmeyin derim. Hala aklımda kalan şeylerden biridir.

Yaklaşık on beş dakika kadar beklemişim burada ve yeniden 15 kişi  beni  geçmiş.  CP'den çıkar çıkmaz sizi güzel bir göl manzarası uğurluyor. Trient için önce tırmanıyor sonra da iniş yapıyorsunuz. Çıkış kısmı yorgunlukla ve artık gün akşama döndüğü için zor geliyor. Ayrıca koşu yüzeyi olarak da zorlayıcı. Büyük kayalardan da oluşan, su geçişlerinin olduğu, genellikle büyük adımlarla tırmandığınız bir kısım burası. Tırmanmak halen yorucu ya da zorlayıcı değildi ancak iniş etabı çok zorlayıcıydı diyebilirim. Trient'e varmadan ahırdan bozma ara istasyonda yine biraz dinleniyorum. İnişlerde iyice yavaşladım. İniş dar ve kıvrımlı patikalardan hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor.

Trient-Vallorcine...

Gece (Cumartesi 11.04 PM.) balkabağına dönmeden Trient'e varmayı başardım. Çadırda yorgun argın insanların arasında kendime bir yer bulup eksik malzemelerimi tamamlamaya çalıştım. Artık çadır içinde bile terimden rahatsız oluyordum. Bu nedenle hareketin daha iyi geleceğini düşünerek yola koyuldum. Burada da yaklaşık 25 dakika zaman geçirmişim. Bu süreler ana kamp olmasına rağmen uzun süreler. Yorgunluk artık etkisini gösteriyor. Bu CP'de on altı kişinin beni geçmiş olduğunu öğreneceğim yarış sonrasında. 

Trient çıkışı son ciddi iki çıkıştan birisi. Başta hafif başlayan eğim giderek artıyor. Yorgunluğun etkisi ile de giderek uzuyor. Bu noktada gece yarısı olduğu için artık kafamdaki ışık ve yollardaki taşlar ışık gölge oyunları görmeme sebep oldular. Bahsedilen odur ki uzun yarışlarda görsel veya işitsel uyarılar görmek duymak mümkündür.  Etraftaki ağaçları aydınlatan ışık ve yansıyan gölgeleri bir şeylere benzetmeniz sık görülen yorgunluk işaretleridir. İleri aşamada halüsinasyonlar görmek, koşarken uyuklamak, bir insan ya da bir hayvan gördüğünü zannetmek olası belirtiler. Ben yerdeki taşlar üzerinde sanki bir sanatçının elinden çıkmış gibi boyanmış küçük hayvan resimleri, insan figürleri görmeye başladım. Hem buna bir anlam veremiyor hem de ilk kez yaşadığım bu durumun yorgunluktan olup olamayacağını anlamaya çalışıyordum. Ne yalan söyleyeyim beni korkutmaktan çok hoşuma gitti. Bazen insanlar bu durumdan rahatsız olabiliyor ya da daha hoşa gitmeyen görüntüler görebiliyorlarmış. 

Vallorcine'e iniş benim için zorlu oldu. Özellikle orman içi alandaki taşlı, köklü alanlar işi daha da zorlaştırıyordu. Patikanın zorluğundan çok eğimi inişimi zorlaştırıyordu. Artık bu aşamadan sonra geriden gelip beni geçmeye başlayanlar olmaya başladı. Hem hızım azalmıştı hem de artık aklımda ikinci gece, yorgunluk ve inişin zorluğu nedeni ile hızlı inmeyi unut, tek parça kalmaya gayret et düşüncesi vardı. Sona çok yaklaşınca elde edilen bütün kazanımları da kaybetme korkusu ağır basmaya başladı.

Vallorcine-La Flegere...

Valorcine CP'sine vardığımda (Pazar 02.49 AM.) biraz durmak istedim. Özellikle quadriceps'lerimdeki sertliğin biraz azalması için. Burada gönüllülerden bir kadın Türk bayrağını görünce benimle kırık bir aksanla Türkçe konuşmaya çalıştı. Anladığım en iyi arkadaşı Türk'müş. Çorbama ve suyuma özel ilgi gösterdi. Güzel bir jest oldu. Artık gece yarısı olduğu için bu CP'de ısıtıcı bile vardı. Benim için son çıkıştan önceki son durak olan Vallorcine'de 21 dakika dinlenmişim. Sanki o anlar çok hızlı geçti gibi gelmişti. 

Artık son çıkış ile yüzleşmek üzereyim. Buraya kadar geldim bundan sonrasında ne olabilir derken gerçekten bu yarışın sürpriz yumurtasının sona saklı olduğunu anlıyorum. Sakin bir patika ardından düz bir asfalt ile devam eden yol birden çok sert bir çıkış ile önünüze adeta duvar gibi çıkıveriyor. Koca kayaları geçmek için büyük adımlar atmak zorunda kalmak, bir yandan batonlardan destek alarak ayakta kalmak oldukça yorucu. Ara ara sert kıvrımlar neredeyse kendi üzerine kıvrılan yolda bir iki kez batonun boşluğa gelmesi ile sendeleyip düşeyazmam beni oldukça korkuttu. İleriye bakınca gecenin bir yarısında karanlığın ortasında uzaklarda hareket edip etmediğini ve ışık mı yıldız mı olduğunu anlayamadığım parıltılar var. Bir an aklımdan hayır bu kadar yüksek olamaz diye geçirdiğimi hatırlıyorum. O yolda bir saat geçirip bu kez aşağıya bakınca evet galiba o parıltılar kafa lambasıymış diye anlam buluyorum. Kayalardan destek alarak çıkabildiğim, batonumu kırmamak için ekstra dikkat ettiğim bence yarışın en zor etabı La Flegiere öncesi La Tete aux Vents çıkışı oldu. Ardından  yine kayalar üzerinde koştuğunuz bu kez biraz daha masum La Flegiere inişi geliyor.

Birileri arkamdan geliyor ama ne yaklaşabiliyorlar ne ben arayı açabiliyorum. Sonunda tepeye vardığımda büyükçe bir kayayı dağın yukarılarında bir yerinde erimeyi unutmuş bir kar yığını zannedip üzerine basıp kaymamak için kenarından geçmeye çalışınca ihtiyacım olan tek şeyin güneş ışığı olduğunu anladım. Büyük kayalardaki ışık gölge oyunları hareketimi zorlaştırdı ve özellikle inişte kayalarda kaza çıkarmamak için çok temkinli hareket ettim. Koştum diyemiyorum çünkü tepeye vardığımda hem koşacak halim kalmamıştı hem de zıplar adımlarla koşmak benim için mümkün değildi. Gariptir quadriseps'lerdeki ağrılarım azalmaya başlamıştı. Buna rağmen patikanın çağrısına uyup yavaş hareket ettim. Geriden gelen bir iki grubun geçmesine aldırmadan sakince inmeye devam ettim. keşke daha önceki yarışlarımdan bir parkuru buraya örnek verebilsem ama sanırım bir benzeri parkur Türkiye'de yok.

İleride görünmeye başlayan teleferik binasıyla son etaba yaklaştığımı anladım. Gün ağarmaya başlamıştı. Bu sırada yanıp sönen kafa lambam da benimle vedalaşmak istediğini söylüyordu. Bu etabı geçerken zaman nasıl aktı hatırlamıyorum ama tam dört saate yakın bir zamanda geçmişim.

La Flegere- Chamonix (Bitiş)...

La Flegere'ye girmiştim ki (Pazar 06.28 AM:) beni internetten takip eden eşim karşılamak için yola çıkacağını ve son kısmı tahmini ne kadar sürede koşabileceğimi sordu. Nasıl bir zamanlama yaptıysam ona çok yorulduğumu, kırk saat civarında varabileceğimi ve bu sürenin altına inmemin zor olacağını söyledim. O da bana "hesabın yanlış eğer son CP'den Chamonix'ye bir buçuk saat civarında gelirsem yaklaşık 37 saatte yarışı bitirebilirsin" dedi.

O an bana ne oldu bilmiyorum ama neredeyse tamamen iniş olan bu kısmı dal, kök, taş demeden alacakaranlıkta oldukça seri bir şekilde inmeye başladım. Bir ara yavaşlamalıyım diye düşündüm çünkü gerçekten düşmekten korkuyordum. Pür dikkat olabilen en hızlı şekilde inişimi sürdürdüm. Son düzlüğe geldiğimde beni elinde telefonu ve motive edici sözleri ile önce Sertan Chamonix'ye girdiğimde de Eyüp Hoca karşıladı. Her ikisi de arkamda, yanımda hem bitirişe eşlik ettiler hem de o hep görüp özendiğim, imrendiğim bitiriş anı video ve fotoğraf anılarımın oluşmasına yardım ettiler. 

Chamonix kürkçü dükkanı. Hayallerinizin başladığı ve bittiği yer. Bir Cuma akşamı yola koyulduğum ve 37 saat 43 dakika sonra (Pazar 07.43 AM.) vardığım yer. Uzun ve bir o kadar da yorucu, heyecanlı bir yolculuktu. Bu kadar uzun mesafeli bir yarış ve uzun hazırlık dönemine rağmen sonuçta ben hem yarıştan hem süreçten fazlasıyla keyif aldım. Umarım bundan sonra da hayatımın bir yerlerinde sağlığım elverdikçe bu ve benzeri yarışlar hep olur. 

Bitirirken son anlar. Prefinish.
Eyüp Hoca arkamdan yetişip video çekmeye çalışırken. :)

Sonuç...

Mavi halı, o son yirmi metre. Alkışlar ve adımın anonsu sırasında bitiş takının altındayım. Durdum. Bir reverans verdim. Beni buraya taşıyan her şeye ve herkese duyduğum minnettarlığımın ifadesi olarak.  Günlerce bu anı zihnimde kaç defa yaşayıp durdum hatırlamıyorum. Kaygılar ve çabalar yerini hoş anılara bıraktı. "O rüyada gördüğüm şey" artık gerçekti.

O günden sonra bana hala soranlar var.  Neden? Neden koşuyorsun? Neden 171K? Hangi soruya cevap vereyim bilemiyorum. İnsan artık kendine yabancı. Sorusuyla kendini ele verebiliyor. Yapay zekanın bir sanat eseri ortaya koymasına, ya da karmaşık şeyleri hesaplamasına şaşırmıyor da kendi doğasında var olan şeylerin peşinden koşmasına şaşırabiliyor. Sağlıklı olmak denilince beslenmesine dikkat edip, vitamin yutmak olduğunu zannetmeyi normal olarak görüyor da koşan birini görünce yadırgayabiliyor. Aslında buna benzer tutarsız davranışlar tüm kültürlerde olmakla birlikte bizim gibi kültürel olarak sıkışıp kalmış toplumlarda daha çok görülüyor. Anlamsız bulmak daha kolay ve alışıldık bir kabulleniş şekli. Çünkü zihinlerdeki ölçü ve algı kavramaya yetmiyor. Zamanla bunlar da düzelecek. 

Kimseyi incitmeden söylemek isterim ki nasıl duyma yetisini kaybetmiş bir kulak ile istisnai bir yeteneğiniz yok ise algılayamadığınız sesleri buluşturamadığınız dil yetiniz sonucunda konuşmanız da mümkün olmuyor ya da anlaşılması zor bir hal alıyorsa, sadece yürüyebiliyor olmakla sınırlandırdığınız ve koşma eylemi ile güçlendirmediğiniz bedeninizin yetileri ile de içine doğduğunuz evreni kavrayıp anlayacak dili oluşturmak ve geliştirmek de mümkün olamayacak ya da bir yanı eksik kalacaktır.

Aslında koşu kendi başına bir şey ifade etmez. Ölçüsünü de zamanla siz belirlersiniz. İster 5K koşun, isterseniz 171K. Uzunluğundan ya da süresinden bağımsız olarak, koşan ya da koşmayan için  koşma eyleminin anlamı eylem ile kurduğu ilişkidedir. Koşanın koşma eylemine yüklediği anlam ile koşmayanın yükleyeceği anlamın aynı olmasını da bu nedenle bekleyemezsiniz. İnsan ne zaman ki dünya ile kurduğu ilişkinin, bedeninin bu kendine özgü formu ile çok alakalı olduğunu kavrar ve ilişki kurduğu evreni anlamak üzerinde bedeninin etkisini fark eder işte o zaman bu enstrümana da gereken özeni gösterir. 

Benim için ölçüsü ne olursa olsun bu özenin manifesto haline gelmiş dışa vurumudur, başkaldırısıdır koşmak. 

Bitirirken...

Bu yarış için bir artılar eksiler tablosu yapmayacağım. Çok az eksisi çok fazla artısı olan bir yarış. Elbette yeni koşucular ve talepleri, gelişen teknolojiler ve ekipmanlar doğrultusunda yarış bir üst seviyeye doğru çıkacaktır ama bu hali ile bile kalsa bence yine en popüler yarışlardan biri olmaya senelerce devam edecektir. 

Son olarak bu yarışa hazırlandığım sırada desteğini aldığım birçok kişiye, başta eşim Şengül ve aileme,  antrenmanlarda destek olan Ankyra SK'lı eşsiz dostlarıma, "Adsız Hiperaktifler" :) diyerek bize isim takıp psikolojik desteğini üzerimizden ve benden eksik etmeyen sevgili Gizem'e ve bana inanıp destekleyen tüm dostlarıma çok teşekkür, ederim. Tüm masraflarını kendi imkanlarımla hallettiğim bu organizasyonda destek taleplerime "hayır" diyerek bile olsa cevap verme nezaketini gösteren tüm resmi, özel kuruluşlara da ayrıca teşekkür ederim.


Göğüs numarası.
Başından beri isim ve soy isim yer değiştirmiş şekilde koştum.
Nasıl oldu ben de anlamadım. Artık UTMB camiasında adım UZ. :)
Bugüne kadar girdiğim yarışlarda madalya almadığım tek yarış
olması ile de müstesna bir yere sahip oldu.
Parası neyse verseydik de taksalardı bir tane. Eşe, dosta ne göstereceğiz şimdi. :)

Maviş halı pozları. Şengül ve Ben 

Vee... Ertesi gün. Oradaydık pozumuz.
Soldan sağa. Bekir Hoca, Şengül, Ben, Eyüp Hoca.

Yarış sonrası bizleri kutlayan Ankyra SK ile kutlama toplantısında.
Verilen polarların A101 elemanı rengine benzemesi nedeni ile
seneye A101'den sponsorluk istemeye karar verdim. :)


Kendine ODTÜ Keçileri diyen bu grup adını sonuna kadar hak ediyor.
Oldukça istikrarlı ve bir o kadar da dost canlısılar. 
UTMB sonrası bizler için düzenledikleri koşu sonrası baklava şarap etkinliğindeyiz.
Sağdan Serap Hoca, Betül, Sadun, Erhan, Bahar Hoca, Owain, Yücel, Bekir, Ben, Oğuz, Gizem.

Bir madalyamız bile yok dediğimiz için daha fazlasını yapıp bize hediye ettikleri
UTMB kupalarımızla. Kendilerine sonsuz teşekkür ediyorum.