22 Ekim 2024 Salı

KOŞMAK SİZİ SANATÇI YAPAR MI? YA DA FARKETMEZ BEN SADECE KOŞARIM MI?

 

Maurizio Cattelan’ın ‘duvara bantlanmış muz’ eseri (yada hadisesi).

Yukarıdaki muzun başına gelenleri biliyorsunuz. Bir sanat eseri olarak önce duvarları süsledi ve ardından sergilendiği birçok salonda onu yiyen ya da yemeye kalkan kişiler tarafından yeniden gündeme geldi. Bununla da hem sanatçı hem de yaratılan şeyin sanat eseri olup olamayacağı üzerinden bir tartışma başlatılmış oldu.

Bu olay üzerinden neredeyse beş yıl geçti. Sanatçının benzer hiciv dolu eserleri var ve kendi sanatçılık kariyeri ile tutarlı bir şekilde ilerleyip gidiyor. Belki kısa bir süre sonra yine adından çok bahsettirecek başka bir illüstrasyon ile karşılaşmamız mümkün.

Ben de oluşturduğu ilk izlenim şu olmuştu. Her hangi bir nesne her hangi bir yöntem ile bir sanat eserine dönüştürülebilir miydi? Kim bilir? Belki evet belki hayır. Kimin bu sürece nasıl baktığına ve onunla ne düzlemde bir ilişki ve anlam kurduğuna göre değişir. Sanata yön verenlerin bakış açısıyla bakarsak çağdaş sanat ya da kavramsal sanat açısından sorunun cevabı sanırım evet. 

Sanatçı için TDK'da "Güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan, eser veren kimse; sanat adamı, sanat eri, sanatkâr." denmiş. E! madem öyle resim veya heykel gibi bir alanda sanatçının bu muzu duvara yapıştırdığı düşünülürse pekâlâ yapılan şeyin sanat eseri, yapanın da sanatçı olduğunu iddia etmek mümkün. Geriye bir tek şey kalıyor sanat eserinin yaratılması meselesi. Yaratılan şeyde bir zekâ kırıntısı, yeniden oluşturma varsa bence genelin övgüsünü ya da beğenisini alması ve yaratanın da güzel sanatlar dalına ait bir mensubu olması gerekmeksizin yaratılan şey artık bir sanat eseri, yaratan da sanatçıdır. 

Peki, aynı şey biz koşucular için de geçerli mi? Koşuculara da birer sanatçı denebilir mi?

Yazının başlığına bakınca sanki  koşmanın sizi sanatçı yapıp yapmadığına takılmışız, sorun ettiğimiz şey buymuş gibi algılanabilir; ancak asıl merak konusu, koşan kişi kendini sanatçı ve bunun  yansıması olan sanatçı duyarlılığında ve hassasiyetinde görebilir mi? Yani asıl mesele "To be or not to be" (olmak ya da olmamak) mı?

Yine nasıl baktığınıza ve yaptığınız koşu ile nasıl bir düzlemde ilişki kurduğunuza, yaratmak ve  ortaya koymak istediğiniz şeye göre değişmekle birlikte bence koşan herkes farkında olsun ya da olmasın kendini birer sanatçı olarak rahatlıkla görebilir.

Beni bu yazıyı yazmaya ve düşünmeye iten sebepler öyle çok uzun bir geçmişe dayanmıyor. Hepi topu bir kaç ay önce koşular sırasında patikada karşılaştığım bir grupla sürekli aşağı yukarı inişlerde rastlaşırken  karşılıklı yol verme anında karşının sergilediği davranışın bende yarattığı huzursuzluk bu soruyu aklıma getirmişti. Koşmak bize ne katar; koşmak bizi sanatçı yapar mı? Ey! Yumurtaya can veren yüce Rabbim. Hikmetinden sual olunmaz ama şu sevgili! Kulun nasıl insan olmayı beceremedi acaba diye düşündüm bir an. Bu acı dokundurmayı komiklik olsun diye değil gerçekten dikkat çekici boyutta duyarsızlığın tahammül sınırlarımı zorladığı için yapıyorum.

Duvara bantlanmış muzun gücünden esinlenerek olayı hicvetmek istersem, koşma eyleminin kişiyi koşucu yaptığı ortadaydı ama koşucu ortaya koyduğu eylem ile zihnini birleştirdiği düzlemde kendini patikadaki diğer her şeye karşı nezaketli, saygılı ve duyarlı görüyor muydu? Zihnimdeki bu idealar düzleminin vücut bulmuş hali ancak bir sanatçı olabileceği için kişi özünde kendini bir sanatçı olarak görüyor muydu? Atılan her adımın katkısını sadece pace olarak iyiye giden bir süreç olarak mı değerlendiriyor yoksa yaşamda kendi için bıraktığı izin duvara astığı muz olduğunun farkında değil miydi? Belki evet belki hayır bilemeyiz ama bu soruları bazılarımızın sormadığı ya da giderek farklılaşan beden zihin zenginliğinin yarattığı nesneden bağımsız, nesnenin kendi için taşıdığı anlamı fark etmediği çok ortadaydı.

Patikalarda bu kadar zaman geçirince insan ister istemez orada var olan ama yazılı olmayan bazı kuralları biliyor, görüyor ve uygulayıcısı oluyor. Ya da olmak zorunda hissediyor. Bunlardan en önemlisi hatta tek kuralı doğaya ve kendine zarar verme; canlı cansız her şeye ve herkese saygı duy. 

Bu kuralının şu doğaya zarar verme kısmı çok söylenir de gerçekten içselleştirilir mi orası da ayrı konu ama kendine zarar verme kısmının pek anlaşılabildiğini hatta saygı duy kısmının ise hiç anlaşılamadığını düşünmüşümdür hep. Tıpkı sanatçının yarattığı eserin kendini aşıp farklı farklı anlamalara bürünmesi gibi gelir bana. İşte koşma eylemini sanat ve sanatçı kavramı ile bağdaştırdığım yanlar ile koşarak sanat icra ettiğinin farkında olması gereken kişinin sanatçı nezaketi ile uyuşmayacak davranışlarını anlayamadığım nokta tam da burası. Biliyorum biraz karmaşık anlattım ve konudan uzaklaşmışım gibi geldi ama toparlayacağım.

Bizler farkına varsak da varmasak da evet bir eser ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bunu bazen yarışlarımızda giderek artan hız ve sürelerimizle, bazen bir rakibi geride bırakıp kendimizi geliştiğimizi düşünerek ortaya koyuyoruz. Yani burada emek verilen bir beden ve onu bu yönde ayakta durmaya ve sürekli gelişmeye iten bir beyin var. Hem bedeni hem de beyni yeniden koşma yoluyla inşa ediyoruz, var ediyoruz. Her ikisinin de değişimi eğer aksi yönde birşey yapmıyorsanız daima iyiye doğru giderek sizde ve bundan doğan enerji ile birlikte çevreye dönük bir iyilik hali ortaya çıkarıyor, yaratıyor. Burada tanrısal bir yaratmadan değil, ontolojik açıdan bir yaratmadan bahsedildiği açık sanırım.

Dönüp duvara bir muz yapıştırmak kadar soyut ya da Micalenceo'nun heykeli kadar somut bir nesne ortaya çıkarmadığınızı düşünerek kendinizi bir sanatçı olarak görmüyor olabilirsiniz; ama biyokimyanızda o sizi ayakta tutan ve bir önceki koşunuzdan bir adım öteye taşıyan ilk versiyonunuzun geçirmiş olduğu değişim, benim gözümde sizi sanatçı ve sanat eseri yapmaya yeter de artar bile. 

Eserler bazen çok büyük, çok ünlü, çok popüler olabilir ve tüm dünya önünde saygıyla eğilebilir. Kendi kendinize başardığınız, daha iyisi için yaptığınız ve attığınız her adım sizi giderek daha büyük bir eser ortaya koymaya yaklaştırır. Herkesin saygı duymasını beklememek lazım. Kendinize saygı duyun yeter. 

Kendine saygı duymak kısmı demiştim ya hani en az anlaşılan taraf diye; attığınız her adımın sizi farkında olmasanız da bir önceki versiyonunuzdan daha iyi olmaya ve değişmenize yol açtığı için bir sanatçı olarak hissetmeli, bu yüzden kendinize saygı duymalısınız.  Yine bu nedenle artık sizin gibi olan herkese karşı daha sorumlu ve saygılı hissetmelisiniz. Patikada, yarışta karşılaştığınız her koşucunun da sizin ile aynı süreci paylaştığının farkında olmalı ve saygıyı hak ettiğini düşünmelisiniz. 

Sadece kendini yeniden inşa etmeye çalışmak bile sizi size saygı duyan benzersiz bir sanatçı yapmaya benim gözümde yeter. Vereceğiniz eserin büyüklüğüne siz karar vereceksiniz. Hem de öyle takdir falan da beklemeden. Dünden daha iyi olduğunuzu ve yarın daha iyi olacağınızı bilerek kendinize saygı duyacak ve eserinizle övüneceksiniz; ama böbürlenmeyeceksiniz. 

Koşmak, bireyin bedeni ve zihni üzerinde derin bir etki bırakırken, bu süreçte ortaya çıkan eserin koşucunun yalnızca kendisine değil, çevresine de yansıyan bir yönü vardır. Her koşucu, sadece kendi bedenini ve zihnini geliştirmekle kalmaz; aynı zamanda doğayla, patikada karşılaştığı diğer koşucularla ve topluluğun bir parçası olarak birlikte bir deneyim yaşar. Sanatçılar gibi, koşucular da yaratıcı süreçlerinin bir parçası olarak birbirlerine karşı hassasiyet ve saygı göstermek zorundadır. Bir sanatçı, eseri aracılığıyla sadece kendini değil, aynı zamanda başkalarını da etkileyen bir yaratım ortaya koyar. Koşucular da her adımda hem doğaya hem de diğer koşuculara saygı duyarak bu yaratım sürecini güzelleştirirler.

Sanatçıların duyarlılığı, inceliği ve karşılarındaki dünyayı anlamaya çalışmaları gibi, bir koşucunun da karşılaştığı insanlara, patika ya da yarışlarda onunla aynı mücadeleyi paylaşanlara karşı aynı özeni göstermesi gerekir. Koşarken sadece bedensel bir efor sarf etmiyoruz; birbirimizin ruhuna ve ortak bir deneyime de dokunuyoruz. Bu yüzden, bir koşucunun kendini sanatçı gibi görmesi, sadece koştuğu yolculuğa değil, bu yolculuğun diğer insanlar üzerindeki etkisine de duyarlı olması demektir. Diğer koşucuların da bu süreçten geçtiğini bilmek, onların çabalarına saygı duymak, bir nevi sanatçının başka sanatçıların eserlerine gösterdiği incelik ve duyarlılık gibidir. Var olma sürecinde kişinin kendi için yaratmaya çalıştığı iklim biriciktir ve hikayesi özneldir. Bu yüzden, koşarken yalnızca kendi gelişimimize odaklanmaktan ziyade, başkalarının da aynı yolda ilerlediğini fark etmek, onlara karşı nezaketle yaklaşmak, bir sanatçının yaratım sürecinde başkalarının deneyimlerine gösterdiği saygı gibi bir sorumluluğu beraberinde getirmelidir.

Bu bağlamda, koşmak sadece bireysel bir başarı değil, aynı zamanda kolektif bir yaratıcılık alanıdır. Diğer koşucularla paylaşılan bu sessiz anlaşma, birbirimize duyduğumuz saygı, koşunun sanatla buluştuğu en hassas noktalardan biridir. Her bir koşucu, bu büyük eserin bir parçasıdır ve sanatçı duyarlılığı ile hem kendine hem de çevresine değer vermeyi öğrenmelidir.

Buraya kadar anlatmak istediklerimin anlaşılmış olduğunu umut ediyorum ve ekliyorum. Koşmak sizi birer sanatçı yapar ama nezaket öğretmez. Sanatçının duyarlılığının var etme gayretinden, daha iyiye duyulan özleminden beslendiğini bilmek onu farklı kılan yegane noktalardır. 

Maurizio Cattelan’ın duvara yapıştırdığı muz, sanatın sınırlarını sorgulayan bir eserdir. Belki de koşmak da aynı şekilde, klasik sanat algısının dışında, bazen kişinin kendi algısını bile zorlayabilecek, kendi içinde anlamlı bir yaratım sürecidir. Asıl önemli olan, koşucunun kendi gelişimiyle gurur duyması ve bu süreçte kendisine duyduğu saygıyla, bu sanatın hakkını vermek için hassasiyet, nezaket ve farkındalık geliştirmesidir. 

Bundan sonrası bedeninize ve zihninize olan bu saygı, sizi sadece bir koşucu değil, aynı zamanda mutlak surette bir sanatçı yapacaktır; bu nedenle belki biraz iddialı gelebilir size ama eğer sadece koşuyorsanız koşmaktan ve koşunun size kattıklarından anlamıyorsunuz demektir. 



1 yorum:

Recoli dedi ki...

Bence sanatçı yapar. Harika bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık hocam