![]() |
Maurizio Cattelan’ın ‘duvara bantlanmış muz’ eseri (yada hadisesi). |
Yukarıdaki muzun başına gelenleri biliyorsunuz.
Bir sanat eseri olarak önce duvarları süsledi ve ardından sergilendiği birçok
salonda onu yiyen ya da yemeye kalkan kişiler tarafından yeniden gündeme geldi.
Bununla da hem sanatçı hem de yaratılan şeyin sanat eseri olup olamayacağı
üzerinden bir tartışma başlatılmış oldu.
Bu olay üzerinden neredeyse beş yıl geçti.
Sanatçının benzer hiciv dolu eserleri var ve kendi sanatçılık kariyeri ile
tutarlı bir şekilde ilerleyip gidiyor. Belki kısa bir süre sonra yine adından
çok bahsettirecek başka bir illüstrasyon ile karşılaşmamız mümkün.
Ben de oluşturduğu ilk izlenim şu olmuştu. Her
hangi bir nesne her hangi bir yöntem ile bir sanat eserine dönüştürülebilir
miydi? Kim bilir? Belki evet belki hayır. Kimin bu sürece nasıl baktığına ve
onunla ne düzlemde bir ilişki ve anlam kurduğuna göre değişir. Sanata yön
verenlerin bakış açısıyla bakarsak çağdaş sanat ya da kavramsal sanat açısından
sorunun cevabı sanırım evet.
Sanatçı
için TDK'da "Güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan, eser
veren kimse; sanat adamı, sanat eri, sanatkâr." denmiş. E! madem öyle
resim veya heykel gibi bir alanda sanatçının bu muzu duvara yapıştırdığı
düşünülürse pekâlâ yapılan şeyin sanat eseri, yapanın da sanatçı olduğunu iddia
etmek mümkün. Geriye bir tek şey kalıyor sanat eserinin yaratılması meselesi.
Yaratılan şeyde bir zekâ kırıntısı, yeniden oluşturma varsa bence genelin
övgüsünü ya da beğenisini alması ve yaratanın da güzel sanatlar dalına ait bir
mensubu olması gerekmeksizin yaratılan şey artık bir sanat eseri, yaratan da
sanatçıdır.
Peki, aynı
şey biz koşucular için de geçerli mi? Koşuculara da birer sanatçı denebilir mi?
Yazının
başlığına bakınca sanki koşmanın sizi sanatçı yapıp yapmadığına
takılmışız, sorun ettiğimiz şey buymuş gibi algılanabilir; ancak asıl merak
konusu, koşan kişi kendini sanatçı ve bunun yansıması olan sanatçı
duyarlılığında ve hassasiyetinde görebilir mi? Yani asıl mesele "To be or
not to be" (olmak ya da olmamak) mı?
Yine nasıl
baktığınıza ve yaptığınız koşu ile nasıl bir düzlemde ilişki kurduğunuza,
yaratmak ve ortaya koymak istediğiniz şeye göre değişmekle birlikte bence
koşan herkes farkında olsun ya da olmasın kendini birer sanatçı olarak
rahatlıkla görebilir.
Beni bu
yazıyı yazmaya ve düşünmeye iten sebepler öyle çok uzun bir geçmişe dayanmıyor.
Hepi topu bir kaç ay önce koşular sırasında patikada karşılaştığım bir grupla
sürekli aşağı yukarı inişlerde rastlaşırken karşılıklı yol verme anında
karşının sergilediği davranışın bende yarattığı huzursuzluk bu soruyu aklıma
getirmişti. Koşmak bize ne katar; koşmak bizi sanatçı yapar mı? Ey! Yumurtaya
can veren yüce Rabbim. Hikmetinden sual olunmaz ama şu sevgili! Kulun nasıl
insan olmayı beceremedi acaba diye düşündüm bir an. Bu acı dokundurmayı komiklik
olsun diye değil gerçekten dikkat çekici boyutta duyarsızlığın tahammül
sınırlarımı zorladığı için yapıyorum.
Duvara
bantlanmış muzun gücünden esinlenerek olayı hicvetmek istersem, koşma eyleminin
kişiyi koşucu yaptığı ortadaydı ama koşucu ortaya koyduğu eylem ile zihnini
birleştirdiği düzlemde kendini patikadaki diğer her şeye karşı nezaketli,
saygılı ve duyarlı görüyor muydu? Zihnimdeki bu idealar düzleminin vücut bulmuş
hali ancak bir sanatçı olabileceği için kişi özünde kendini bir sanatçı olarak görüyor
muydu? Atılan her adımın katkısını sadece pace olarak iyiye giden bir süreç
olarak mı değerlendiriyor yoksa yaşamda kendi için bıraktığı izin duvara astığı
muz olduğunun farkında değil miydi? Belki evet belki hayır bilemeyiz ama bu
soruları bazılarımızın sormadığı ya da giderek farklılaşan beden zihin
zenginliğinin yarattığı nesneden bağımsız, nesnenin kendi için taşıdığı anlamı
fark etmediği çok ortadaydı.
Patikalarda
bu kadar zaman geçirince insan ister istemez orada var olan ama yazılı olmayan
bazı kuralları biliyor, görüyor ve uygulayıcısı oluyor. Ya da olmak zorunda
hissediyor. Bunlardan en önemlisi hatta tek kuralı doğaya ve kendine zarar
verme; canlı cansız her şeye ve herkese saygı duy.
Bu
kuralının şu doğaya zarar verme kısmı çok söylenir de gerçekten içselleştirilir
mi orası da ayrı konu ama kendine zarar verme kısmının pek anlaşılabildiğini
hatta saygı duy kısmının ise hiç anlaşılamadığını düşünmüşümdür hep. Tıpkı
sanatçının yarattığı eserin kendini aşıp farklı farklı anlamalara bürünmesi gibi
gelir bana. İşte koşma eylemini sanat ve sanatçı kavramı ile
bağdaştırdığım yanlar ile koşarak sanat icra ettiğinin farkında olması gereken
kişinin sanatçı nezaketi ile uyuşmayacak davranışlarını anlayamadığım nokta tam
da burası. Biliyorum biraz karmaşık anlattım ve konudan uzaklaşmışım gibi geldi
ama toparlayacağım.
Bizler
farkına varsak da varmasak da evet bir eser ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bunu
bazen yarışlarımızda giderek artan hız ve sürelerimizle, bazen bir rakibi
geride bırakıp kendimizi geliştiğimizi düşünerek ortaya koyuyoruz. Yani burada
emek verilen bir beden ve onu bu yönde ayakta durmaya ve sürekli gelişmeye iten
bir beyin var. Hem bedeni hem de beyni yeniden koşma yoluyla inşa ediyoruz, var
ediyoruz. Her ikisinin de değişimi eğer aksi yönde birşey yapmıyorsanız daima
iyiye doğru giderek sizde ve bundan doğan enerji ile birlikte çevreye dönük bir
iyilik hali ortaya çıkarıyor, yaratıyor. Burada tanrısal bir yaratmadan
değil, ontolojik açıdan
bir yaratmadan bahsedildiği açık sanırım.
Dönüp
duvara bir muz yapıştırmak kadar soyut ya da Micalenceo'nun heykeli kadar somut
bir nesne ortaya çıkarmadığınızı düşünerek kendinizi bir sanatçı olarak
görmüyor olabilirsiniz; ama biyokimyanızda o sizi ayakta tutan ve bir önceki
koşunuzdan bir adım öteye taşıyan ilk versiyonunuzun geçirmiş olduğu değişim,
benim gözümde sizi sanatçı ve sanat eseri yapmaya yeter de artar bile.
Eserler
bazen çok büyük, çok ünlü, çok popüler olabilir ve tüm dünya önünde saygıyla
eğilebilir. Kendi kendinize başardığınız, daha iyisi için yaptığınız ve
attığınız her adım sizi giderek daha büyük bir eser ortaya koymaya yaklaştırır.
Herkesin saygı duymasını beklememek lazım. Kendinize saygı duyun yeter.
Kendine
saygı duymak kısmı demiştim ya hani en az anlaşılan taraf diye; attığınız her
adımın sizi farkında olmasanız da bir önceki versiyonunuzdan daha iyi olmaya ve
değişmenize yol açtığı için bir sanatçı olarak hissetmeli, bu
yüzden kendinize saygı duymalısınız. Yine bu nedenle artık
sizin gibi olan herkese karşı daha sorumlu ve saygılı hissetmelisiniz.
Patikada, yarışta karşılaştığınız her koşucunun da sizin ile aynı süreci
paylaştığının farkında olmalı ve saygıyı hak ettiğini düşünmelisiniz.
Sadece
kendini yeniden inşa etmeye çalışmak bile sizi size saygı duyan benzersiz bir
sanatçı yapmaya benim gözümde yeter. Vereceğiniz eserin büyüklüğüne siz karar
vereceksiniz. Hem de öyle takdir falan da beklemeden. Dünden daha iyi
olduğunuzu ve yarın daha iyi olacağınızı bilerek kendinize saygı duyacak ve
eserinizle övüneceksiniz; ama böbürlenmeyeceksiniz.
Koşmak,
bireyin bedeni ve zihni üzerinde derin bir etki bırakırken, bu süreçte ortaya
çıkan eserin koşucunun yalnızca kendisine değil, çevresine de yansıyan bir yönü
vardır. Her koşucu, sadece kendi bedenini ve zihnini geliştirmekle kalmaz; aynı
zamanda doğayla, patikada karşılaştığı diğer koşucularla ve topluluğun bir
parçası olarak birlikte bir deneyim yaşar. Sanatçılar gibi, koşucular da yaratıcı
süreçlerinin bir parçası olarak birbirlerine karşı hassasiyet ve saygı
göstermek zorundadır. Bir sanatçı, eseri aracılığıyla sadece kendini değil,
aynı zamanda başkalarını da etkileyen bir yaratım ortaya koyar. Koşucular da
her adımda hem doğaya hem de diğer koşuculara saygı duyarak bu yaratım sürecini
güzelleştirirler.
Sanatçıların
duyarlılığı, inceliği ve karşılarındaki dünyayı anlamaya çalışmaları gibi, bir
koşucunun da karşılaştığı insanlara, patika ya da yarışlarda onunla aynı
mücadeleyi paylaşanlara karşı aynı özeni göstermesi gerekir. Koşarken sadece
bedensel bir efor sarf etmiyoruz; birbirimizin ruhuna ve ortak bir deneyime de
dokunuyoruz. Bu yüzden, bir koşucunun kendini sanatçı gibi görmesi, sadece
koştuğu yolculuğa değil, bu yolculuğun diğer insanlar üzerindeki etkisine de
duyarlı olması demektir. Diğer koşucuların da bu süreçten geçtiğini bilmek,
onların çabalarına saygı duymak, bir nevi sanatçının başka sanatçıların
eserlerine gösterdiği incelik ve duyarlılık gibidir. Var olma sürecinde kişinin
kendi için yaratmaya çalıştığı iklim biriciktir ve hikayesi özneldir. Bu
yüzden, koşarken yalnızca kendi gelişimimize odaklanmaktan ziyade, başkalarının
da aynı yolda ilerlediğini fark etmek, onlara karşı nezaketle yaklaşmak, bir
sanatçının yaratım sürecinde başkalarının deneyimlerine gösterdiği saygı gibi
bir sorumluluğu beraberinde getirmelidir.
Bu
bağlamda, koşmak sadece bireysel bir başarı değil, aynı zamanda kolektif bir
yaratıcılık alanıdır. Diğer koşucularla paylaşılan bu sessiz anlaşma,
birbirimize duyduğumuz saygı, koşunun sanatla buluştuğu en hassas noktalardan
biridir. Her bir koşucu, bu büyük eserin bir parçasıdır ve sanatçı duyarlılığı
ile hem kendine hem de çevresine değer vermeyi öğrenmelidir.
Buraya
kadar anlatmak istediklerimin anlaşılmış olduğunu umut ediyorum ve ekliyorum.
Koşmak sizi birer sanatçı yapar ama nezaket öğretmez. Sanatçının duyarlılığının
var etme gayretinden, daha iyiye duyulan özleminden beslendiğini bilmek onu
farklı kılan yegane noktalardır.
Maurizio Cattelan’ın duvara yapıştırdığı muz,
sanatın sınırlarını sorgulayan bir eserdir. Belki de koşmak da aynı şekilde,
klasik sanat algısının dışında, bazen kişinin kendi algısını bile
zorlayabilecek, kendi içinde anlamlı bir yaratım sürecidir. Asıl önemli olan,
koşucunun kendi gelişimiyle gurur duyması ve bu süreçte kendisine duyduğu
saygıyla, bu sanatın hakkını vermek için hassasiyet, nezaket ve farkındalık
geliştirmesidir.
Bundan sonrası bedeninize ve zihninize olan bu
saygı, sizi sadece bir koşucu değil, aynı zamanda mutlak surette bir sanatçı
yapacaktır; bu nedenle belki biraz iddialı gelebilir size ama eğer sadece
koşuyorsanız koşmaktan ve koşunun size kattıklarından anlamıyorsunuz
demektir.
1 yorum:
Bence sanatçı yapar. Harika bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık hocam
Yorum Gönder